Klima

Sonra eve geldim.Temmuzun en sıcak günüydü.Rezil bir iş günü. Trafik de cabası. Ayakkabılarımı bile çıkarmadan dosdoğru salona daldım; düğmeyi çevirmem yetti. İçime dolan rüzgârı büyük bir zafer sarhoşluğu ile kutsadım. Klimam benim, dedim gayriihtiyari. Boş yere markasını sormayın, söylemeyeceğim. Twin rotary kompresörü olmadığı için garip bir uğultu çıkarıyor. Olsun, ben onu bile seviyorum. Trrrr…..

Rüzgârlarla gelen masallar olduğu gibi rüzgârlarla giden masallar da vardır. Birçok kültürde, rüzgârlarla yitirir ruhlarını nice bedbaht ve gene onunla bulur. Rüzgâr dendiğinde ilk akla gelenler dağ zirveleri ve ağaçların tepeleridir. “Ağaç ucuna yel değerse, güzel kişiye söz gelir” sözü rüzgârın ulu bir ruh ya da yaratıcının elinden  yeryüzüne indiğinde insanlara neler yapabileceğinin imasını taşır.  

Bununla kalmaz rüzgârlar. Bazen değişir, bazen devamlılık gösterir. Değişenleri bahar ve yazla sınırlı, devamlılık arz edenleri soğuk ve kış boyu esip duranlarıdır. Kimi kez güneyden eserler, o zaman kuşlar gelir; kimi kez kuzey rüzgârları kendini belli eder, o zaman kuşlar için gitme zamanı gelmiş demektir.

Çok ama çok eskiden Su Tanrısının davet ettiği bulutlar bir yana, adına Yada denilen sihirli taş hem rüzgâr çıkarıyor, hem yağmur yağdırıyordu.Ancak asıl görevi rüzgâr çıkarmaktı bu taşın, neden derseniz yağmur dolu bulutlar bile rüzgârların emrinde idiler.  Büyük olasılıkla rengi kırmızıydı bu taşın ve efsaneye göre bu taşlar doğudan gelmişlerdi. Hikayeye gelince: Babasıyla arası açılan veliaht oğul, kendi adamlarını etrafına toplar ve doğuya gider. Orada haydutluk yaptığı sırada bulduğu taşla deli gibi bir rüzgâr çıkarır ve ardından gürül gürül yağmur yağdırır. Namı bu şekilde yürüyünce babası oğlunu affeder ve ona tahtını devreder. Yeni hükümdar, eskinin haylaz çocuğu eline geçirdiği bu kutsal güçle zaferden zafere koşar tarih içinde. Zamanla herkes ölür ama rüzgârın doğudan esişi, kutsallığı ve gücü asırlara meydan okur.

Günümüz şehir hayatında ise bizlerin eline tutuşturulmuş olan bir başka sihirli Yada taşının adıdır klima –batıdan gelmiş olsa bile. Çoğunluğu “kompakt forma sahip, geniş sıvı kristal ekranlı”dır. Öte yandan Su Tanrısının yaptığı duaların yerine Yada’ yı  tertipleyerek fırtınalar çıkarmamıza yardımcı olacak kızılötesi forma sahip bir uzaktan kumanda tutuşturulmuştur elimize: Yada cihazı . Mevsimlerin değişmesinden tek sorumlu kişi elinde bu kumandayı tutan ve klimasına büyük bir güvenle sarılmış kişidir. Yada cihazını eline alır ve şöyle der:

Otomatik hava yönlendirme sistemi çalışsın. Otomatik fan hız ayarı ayarlansın. Nem alma özelliği devreye girsin. Mikroprosesör kontrol paneli devreye girsin. Normal termostat ayarı, otomatik olarak devreden çıksın….

Nereden Nereye

Bu kadar basit işte. Geçmişten geleceğe uzanan bir yelpazede geleceğinizi teminat altına almanız ve dahası bu geleceğin biricik temeli olmanız. Bireyin zaferi. Üçüncü Dünyalı olmanızı, bundan kaynaklı ezikliğinizi bir kenara atmanız için teknoloji kapınıza dayandı. Rüzgârın tek Tanrısı siz olabilirsiniz artık. Üstelik bunun için sadece evinizde olmanız, bu anlamda mekandan tasarruf yapmanız ve maddi olarak biraz zorlansanız da ben olarak günü kurtarmanız işten bile değil.

Bir klima cenneti olmak, klimanın getirebileceği kabuslarla bir cehennemi  yaşamakla özdeş sanki. Olsun. Modern dünyanın modern aygıtlarını kullandıkça artan modernliğimiz, artan modernliğimizle soluklaşan kimliklerimiz. Mevsimleri değiştirebildiğimiz gibi düşüncelerimizi de değiştirebilir miyiz? Günümüzde tanrılık katına çıkışımızı kutsayan teknoloji az gelişmizliğimizi kısmen örtme gücüne sahip olsa da önce evlerimize el atan soğutma sistemleri, ardından  yaz sıcaklarında mahkeme salonlarına, cezaevlerine, okullara, devlet hastanelerine, polis karakollarına topyekün daldığında sözel, görsel işkenceyi de soğutabilecek, yüreklerimizi serinletebilecek midir dersiniz?

Tabii ki evet, tabii ki hayır. Evet, çünkü yaşamlarımıza dalmış bangırtılı söylemlerin ekran önünde yarattığı ateşi soğutmamız lazım; çocuklarını yitirmiş annelerin yüreklerine su serpmemiz lazım; anlamsız savaşların anlamsız sonuçlarının üstüne hafif bir rüzgâr tutmamız lazım…Evet, çünkü ruhların yenilenmesine acilen ihtiyacımız var.

Tabii ki hayır, çünkü modernliğin kurumsal boyutları eşiğimize kadar gelmiş dayanmıştır ve kaçacak delik de kalmamıştır. Hem kaçmak isteyen kim canım! İşte size karşısında duramayacağınız toplumsal denetleme mekanizması, yani kısaca haber özgürlüğünüzün elinizden alınması (üstelik bunun küresel boyutta yapılması); işte debdebeli sermaye piyasaları ve bununla bağlantılı tüketim mekanizmaları; işte askeri iktidar ve nihayetinde doğanın dönüştürülmesi yoluyla oluşturulan yapay çevre içerisindeki “sözde” insan olan siz…

Mahremiyetinizin arttırılmasıyla artan içe dönüklüğünüzün ilerleyişi fakat mekanınızın biricik hükümdarı olma yolundaki şans çıtanızın biraz daha yükselişi. Artık “başkalarının” olmadığı yeni bağımlılık biçimlerinden konuşma zamanı. Hepimiz “birimiz” için. Artık zaman değişmiştir. Sınıf atlamanız, hatta dünyalar atlamanız, yeni söylemlere kanat açmanız için size sunulan her şeyi olduğu gibi bu klimaları da sevmek durumundasınız. Hadi, gittikçe bireyselleşin, kendi bulunduğunuz dört duvar mekanda kendi bireysel-cemaat cennetinizi yakalayın.Bu şans her zaman ele geçmez!

Geçmişle Gelecek arasında

J.G. Ballard hemen kapımızın önündeki geleceğin mitoslarının geçmiş zamanlardakinden tek farkının, belki de yakın gelecekte olanların “daha dehşetengiz” olacağını söylüyordu. Ona göre “teorik fizik, bize tüm maddelerin doğasında içkin bir sağa yatkınlık olduğunu” fısıldıyordu. DNA sarmalının sağa dönüklüğünden tutun da elektronların döngülerine kadar uzayıp gidiyordu bu. Aksi yöne doğru yapılacak her türlü devinim kara deliklerin oluşmasına yol açacak dev ters enerjileri açığa çıkarabilirdi.

Bu yüzden olsa gerek modernizmin bütün yüzleri kapitalizme açıktır. Ancak bir yandan da totaliter gücün gittikçe büyümesi riskini karşımıza çıkarması, nükleer çatışma olasılıklarını gündeme getirmesi, ekonomik çöküşü davet etmesi ve ekolojik çürümeyi hızlandırması ile kara deliklerin en hasını yaratmıştır modernizm. İnsanın eski zamanlarda doğayla olan ilişkisi onun değişken durumları ve huysuzluklarına bağlıyken bilim ve teknolojinin doğal dünyayı akıl almaz biçimde (güçler ve dengeler) anlamında değiştirmesi Anthony Giddens’a göre olsa olsa insanı “yaratılmış bir çevrede” yaşamaya zorlar. Artık sadece doğal değil, fiziksel bir çevredir de bu. Bir o kadar da yapaydır tabii. Dolayısıyla en iyisine layık olduğumuz, sağlığımızın sıkı takipçisi klimalar yarattıkları yepyeni dünya içersinde bir aksesuar olarak değil ama çevrenin ve kullanıcının bir aksesuara dönüştüğü o ortamda hünerli ve teknolojinin son harikalarından biri olarak pencere ve kapılarımıza asılıp durmayı beklerler. Çok sessiz çalıştıkları için, var ama yokturlar. Sürekli olarak doğayı anlatan bir fotoğrafla birlikte karşımızda duran reklam broşürleriyle az çekici de değildirler hani. Ormanlar, yapraklar, deniz, dalgalar, balıklar, su damlacıkları “Daha temiz bir doğa için” arka planda görevlerini yapmış ve bu sloganın meşruiyeti için tüketicinin karşısına çıkmıştır.

Sizce gene güneyden eser mi rüzgârlar, o zaman kuşlar gene gelir mi; kuzey rüzgârları eser mi gene, o zaman kuşlar kendilerine yeni meskenler mi arar?Yalnızlığımıza yeni masallar uydurmalıyız, kabul. Ama nasıl, ama nasıl?

Sıcak bir temmuz gününün ardından size alize rüzgârlarını sunan klimanızla rahatlayadurun. Bu muassır medeniyeti çevrenizde yakaladığınız o kutsal  anda, elektrik kesilirse ne yaparım diyerek kara kara da düşünmeyin sakın. 

KAYNAKLAR:

Milliyet Gazetesi Klima özel eki, 30 Haziran 1999

Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, Çev: Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yayınları, 1994, İstanbul.

J. G. Ballard, Yakın Geleceğin Mitosları, Çev: Ümit Altuğ, Ayrıntı Yayınları, 1993, İstanbul.

Bahaeddin Öğel, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu, 1995, Ankara.