Korkunun kara deliğe dönüşmesi

Bugün 17 Ağustos.

Ben bugün sözü, depreme Gölcük’te yakalanmış genç bir insana, Evrim Zeytinoğlu’na bıraktım. Hem ziraat mühendisi hem de yarı profesyonel tiyatro oyuncusu olan Evrim’in korkuyla girdiği yaşam sınavına dikkatinizi çekmek istedim. Bu korkunun temel nedeninin doğanın kendisi değil, çarpık kentleşme ve buna bağlı olarak inşaat sektörünün düştüğü ‘rant’ halleri olduğunu lütfen unutmayalım.

‘Ben bu depremi yaşayan şanslı kişilerdendim. Her ne kadar 21 akraba, 2 yakın arkadaş, 1 platonik aşk ve sayısız tanıdık ve evimi kaybetmiş olsam da fiziksel ezikler ve yaralar dışında bir sağlık sorunu yaşamadım. Birinci derece akrabalarıma hiçbir şey olmadı. Tekrar belimizi doğrultacak gücümüz ve desteğimiz vardı.

Benim 17 Ağustos gecesinden kalan en büyük yaram korku hissinin bıraktığı o kara deliktir. Derinliğini ve genişliğini bilemediğim o kara delik. Bence insanı çocukluktan çıkaran en temel durum ‘korku’ hissinin yürekteki ziyaretinin büyüklüğü ve sıklığı. Yaş ilerledikçe gerçeklerle yüzleşmek, tehlikeleri görmek, yaşanılan acılara bir şekilde dahil ve şahit olmak insanı olgunlaştırıyor. Ben 17 Ağustos gecesi en uç örneğiyle bunları 45 saniyede yaşadım. Çocukken ölmeyi düşünmezdim. Sadece sevdiklerimi kaybetmeyi düşününce üzülürdüm. Evsiz barksız kalmayı aklıma bile getirmezdim. Hele tanıdıklarımızdan oluşan bir topluluğun bir anda ölebileceğini tasavvur bile edemezdim. Ama o gece aynı zaman diliminde bunlara dair birçok korku yüreğimde derin bir yara açtı. Ölme korkusu, sevdiklerimin ölmesi korkusu, acı çeke çeke ölme korkusu, neler olduğunu bilememe korkusu, hatta dünyanın sonunun gelmesi korkusu, çektiğiniz fiziksel bir acının verdiği korku… Çaresizlik, savunmasızlık, yalnızlık…

İtiraf etmeliyim ki benim yaram iyileşmedi. Neden mi? O şiddette bir hissin panzehiri olacak bir his bu yüreği daha ziyaret etmedi.

Ya evlerimiz?

Biz Gölcüklüler aslında depreme yabancı değiliz. Gölcük, 1960’lı yıllarda Adapazarı Depremi’nden ciddi anlamda etkilenmiş. Bu sebepten mi bilmiyorum Gölcüklüler olarak bina korkumuzu yenmişe benziyoruz. Biri gelir, biri gider hesabı… Sadece arada sırada sallandığımızda verdiğimiz aşırı tepkilerin dışında depremi unutmuş gibiyiz. 1999’da yerle bir olmuş Kıyı Şeridi’nde şimdilerde oturan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Mimari değişikliklerin dışında eski coşkumuzu çoktan kazandık! Buna karşın sosyal konutların eskiye oranla daha yüksek bölgelere ve az katlı yapılıyor olması deprem korkusunu ortadan kaldırıyor diyebilirim. İnşaatlarda kullanılan malzemeler konusuna gelecek olursak… Özellikle deniz kumunun inşaatlarda kullanılmamış olduğuna olan inancımızı kaybetmek istemiyoruz! Fakat gelin görün ki manevi ve psikolojik kayıp ve izlere bir şey yapılabileceğini sanmıyorum…’

1999 Depremi nice insanın yaşam harcına kattığı korkuyla, belleklerimizin alacakaranlıklarında gezinmeye devam ediyor. Ya binalar? Onların harcında gerçekten değişen bir şeyler var mı sizce? Tam da burada Evrim ‘candan değerli neyimiz var ki?’ diye soruyor ve bu gerçeği yaşayarak anlamış biri olarak diyor ki: ‘Ülkemiz depremi öğrenmek ve önlemini almak zorunda.’

Bunun içinse düzenli, yasal, insandan yana, doğayı koruyan ve dürüst bir kentleşme planına (daha doğrusu politikasına) ülke olarak çok ama çok ihtiyacımız var.