Körlük

‘1994 yılında bizi köylerimizden çıkardılar ve buraları yaktılar. Uzun yıllar hiç gelemedik. Daha sonra yazları gelmeye başladık. Dört yıldır da yaz kış burada yaşıyorum. Bizler devletin izniyle buralara geldik. Bugün ise bizi bir kez daha yaşadığımız yerlerden koparmaya çalışıyorlar. Buraları boşaltma tebligatı aldık ama artık buraları terk etmeyeceğiz.’
 
 Tunceli’ye bağlı ilçelerin birinden yükselen ses. Valiliğin, 4-19 Ağustos 2015 tarihleri arasında 14 bölgeyi özel güvenlik bölgesi ilan etmesinin ardından CHP Ankara milletvekili Levent Gök öncülüğündeki bir heyetin değerlendirme raporundan alıntıladım bu cümleleri. Rapora göre kaymakamından çobanına herkes eski çatışma ortamına dönülmesinden son derece tedirgin. Sadece onlar mı? Olayı gerçekten görebilenler, hepimiz tedirginiz. 
 
Gerçek mi? Türkiye hak etmediği bir yere doğru sürükleniyor. Silahların bugüne kadar asla çözemediği o dipsiz kuyuya.
 
***
 
 Parmaklarımı doluyorum birbirine, sonra tekrar çözüyorum. Bindiğim arabada bir ses: ‘Ülkemizi içine kapatmaya çalışan yabancı güçler var.’ İktidar yanlısı bir kanalın edebi cümlelerle süslenmiş belagat yüklü gece bültenine, verecek cevabım bu oluyor; parmaklarım sıkıca tekrar dolanıyor birbirine. Günlerdir siyasi bir iklimin bulandırarak büyüttüğü sıcak, bu gece, bu gece bültenindeki zıvanadan çıkmış sözcüklerle dayanılmaz halde. Günlerdir o siyasi iklimin kendi ateşine kapatmaya çalıştığı ülke, ilk kez bu kadar cevapsız bırakıyor beni. Parmaklarımı doluyorum birbirine, çözüyorum sonra. Yine de içimdeki sözcüklere, içimden dışarıya vuran o nem patlamasına engel olamıyorum işte: ‘Ülkemizi içine kapatmaya çalışan yabancı güçler varmış… Yahu kim inanıyor bunlara! Bu bültenleri yazanlar mı? Yazdıranlar mı? Seyredip dinleyenler mi? KİM? Ve neden? Aynı hilelere, neden? Bunca şeye tanık olduktan sonra yoksulluktan inanca, sevgiden kana, neden bu savrulma? Neden her şey birbirini soğuruyor ve hiçliyor böyle? Neden her şey bu kadar zalim ve aynı zamanda bu kadar vurdumduymaz kendine?’ 
 
***
 
 ‘Müsait yerde ineyim’ diyerek sıcaklığı delinmiş grimsi bir karanlığa bırakıyorum kendimi. İyi de oluyor, parmaklarım özgürleşiyor. Ve o sırada düşüyor aklıma ‘Körlük’. 1998 yılında Portekizli yazar Jose Saramago ‘Körlük’ adlı romanını yazdığında bir salgın hastalık gibi aktarmıştı körlüğü. Bir adam araba kullanırken, yeşil ışığın yanmasını bekleyeyim derken bu hastalığa tutuluyordu. Sonra bu körlük bütün şehre yayılıyordu. Öldürücü değildi; ama daha beterini yapıyordu. Toplumun içerisindeki bütün değerleri altüst ediyor ve ahlak diye bir şey bırakmıyordu. Cinayetler, tecavüzler, hırsızlıklar gırla gidiyordu. Ve toplum buna ‘kör kör’ tanık oluyor ve hiçbir şey olmamış gibi pejmürde hayatına kaldığı yerden devam ediyordu. Herkes telef oluyordu. Özellikle de zayıf olanlar. Akıp gidiyorlar ve karakter olarak tümden siliniyorlardı. Ancak bu bile normalleştirilmişti. Birileri gidiyor, yerleri hemen dolduruluyor, sonrasında onlar da toz olup gidiyordu. Her şeyde düzeysizlik mevcuttu; kir ve bencillikse had safhadaydı. Tüyler ürperticiydi hemen her şey. İştahlı bir mağara gibiydi körlük. Yutuyor, ha bire yutuyordu her şeyi ve herkesi.
 
 Ancak… Kitabın umutsuzca bitmediğini söylemeliyim. Evet mutlaka söylemeliyim.
 
***
 
17 Ağustos; o buruk yıldönümü. Her yanıyla tekrar tekrar düşünmemiz gereken, hiçbir boyutuyla unutulmaması gereken bir mihenk taşı. Ancak bu mihenk taşının kentsel dönüşüm demek olmadığı da ortada…