Korsan Çıkmazı

Bazen umut vardır.
 
Bu cümleyi laf olsun diye değil, inanarak yazıyorum, emin olun.
 
Ahmet Hakan’a saldıranlar yakalanıyor. Arkada olup bitenler, kimin neyi niçin yaptığını, hangi ipsiz sapsız gücün ne şekilde aleti olduklarını (ve hiç de yalnız olmadıklarını, bal gibi günümüzü göstermeye niyetli olduklarını) ayan beyan ortaya koyuyor.
 
Böyle bir ülkede kalemle yoluma devam ettiğime bir kez daha bin pişman oluyorum. Bu feci saldırganlığın karşısında elimizdekinin sadece bir kalem ya da sadece bir bilgisayar klavyesinden ibaret olduğunu tekrar fark etmek moralimi iyiden iyiye bozacakken…
 
Aklıma Nezihe Meriç düşüyor. Nezim…
 
Onu yitirmeden önce son kez, PEN Kadın Yazarlar Komitesi üyeleri olarak evini ziyaret edişimiz canlanıyor zihnimde. Daha hastalığının teşhisi konmamış. Buna karşın bize hazırladığı Ege zeytiniyle bezenmiş çaylı sofrasında ‘yok yok’ misafirperverliğiyle, yılların ablası olarak harika bir ev sahibi. Ancak bu sıcaklığa karşın konu Türkiye’ye, yaşananlara, edebiyatın haline geldiğinde, o kadın gidiyor ve yerine yazıdan ödün vermez tavrıyla çok net, çok sağlam bir Nezim geliyor. Yılların ölümsüz Nezim’i.
 
Onunla ilk tanışmam Korsan Çıkmazı adlı kitabıyla olmuştu. Daha bir üniversite öğrencisiyken sınıfımıza gelmiş ve bu kitabı uzun uzun anlatmıştı.
 
Korsan Berni ve Meli’nin öyküsüydü kitap. İki genç kadının öyküsüydü. Bir ‘çıkmaz’ı anlatıyordu. Bir sokağı.
 
Bir beklentiydi bu çıkmaz. Anlamı ararken, bir ihtimal bulmuşken, bu anlamın ağırlığı altında ezilmiş bir insanlığın son perdedeki tiratları gibi olan seslerimize ne olursa olsun ‘sabah olacak’ diyen bir yer. O dönemdeki sabahsa, onu en çok hak eden bu hayat vurgunu iki kadın için oluyordu. Büyüyorlar, yeniliyorlar ve yine de devam ediyorlardı.
 
Arka plandaysa bildik kategorilerin, kimlik haritalarının, dahası toplumsal kimliklerin dünyayı anlamaya yetemeyeceği, bu uğurda girişilecek korsanlıkların geri tepeceği tuhaf bir modernizme prim vermeye başlamış bir ülke vardı karşımızda.
 
Böyle bir ülkede büyüyordu Berni ile Meli. Kırılmalar ortasında, tuhaf bir çelişkiyle, tam da bu kırılmalar sayesinde canlı kalıyorlardı; bu yüzden yaşam esinlerini bir serap varoluştan değil, dirençlerinden alıyorlardı.
 
Canlılardı; 1960’lardan gelecek elli yıla yayılacak yıkıntı ve bu yıkıntıdan arta kalanlarla oynanacak olan kimlik oyunları yanı başlarında olsa bile.
 
Canlılardı; anın içlerindeki farkındalığı kaybetmek gölgeleri olsa bile.
 
Canlılardı; umutsuzluğun içinde umudu arıyorlardı. Canlılardı; her canlıya özgü yanlışı yapar, anlamı ararlardı. Ve dahası, buldukları anlamın altında ezilirlerdi. Ama bu bile onları diğerlerinden farklı, CANLI kılardı.
 
Bu yüzden, Korsan Çıkmazı, aynı zamanda gerçeğin hınzır oyunlarından kaçamadığımız ve kendimizle burun buruna geldiğimiz bir çıkmazdı. 1960’lardan itibaren hızını artıran ve bizleri bugünkü sınırlara taşıyan bir açmaz. O açmazın içindeki gerçek hepimizin gerçeğiydi.
 
Nezim’in bizleri ‘tedbirinizi alın’ diyerek gelecek elli seneye yönelik ipuçlarıyla, kimlik bunalımlarının sacayaklarını bulabileceğimiz karakterleriyle bu korsan yolculuğuna çıkarması da bu yüzdendi, bir ihtimal.
 
Yaşananlar ne kadar korkunç olursa olsun CANLI kalmamızı istediği için.