Küçük terzi dükkânı

Oğlumun yırtılmış siyah çantasını bahane ederek pasajdaki küçük, basık dükkânına girdim. Başıyla yorgun argın beni selamladı. Makinesindeki nazlı beyaz ipliği tok gönüllü siyahıyla değiştirirken dükkândaki kesif sigara kokusu genzimi yaktı. Hafifçe tıksırdım.

“Sorma, ben de hastayım” dedi. “Üşüyorum”.

Üzerinde morumsu, tiftiklenmiş bir hırka, arkasında inatla yanan bir elektrik sobasıyla çıt çıkarmayan makinesinin önünde soluk bir renkle oturuyordu. Dükkândaki beyaz ışıkla daha da düzleşen bir moladaydık sanki. Aynalara kilitlenmiş fotoğrafların uçları yerçekimine yenilmiş, kanıksanmış bir eskilikte bize bakıyordu. Çeyizlik çarşaflardan etrafa sızan kumaş parçalarıysa dağınık bir çember hâlinde etrafımızı sarmıştı. İlerideki rafa sıkıştırılmış soluk sarı astarların umutsuzca bir vahiy bekler hâlleri vardı. Duvardaki saati ise hiç sormayın. Kim bilir hangi günün hangi saatinde geçmişte sıkışıvermiş, öylece kalakalmıştı.

“Grip çok salgın, dikkat et” dedim.

Biliyorum dercesine başını salladı. Susmayı konuşmaya tercih eden o kadınlardandı.

Biz de bunun üzerine beklemeye koyulduk. Ben, çanta, soba, astarlar, kumaş parçaları, fotoğraflar, saatteki zaman ve bütün itikatlar. Ne kadar bekledik bilemiyorum.

Yorgun terzi, siyah ipliği makineye usul usul taktıktan sonra ağır ağır çantayı aldı, kıvamlıca iğnenin ağzını kumaşa yanaştırdı. Çıt çıkmıyordu. Sonra mı? Sonra olan oldu.

Vee… Motor!

Kendi söküğünü dikemediği farz edilen işinin erbabı bütün terziler gibi sökük çantayı dikmeye koyuldu terzi kadın. Allahım o ne hızdı, o ne sesti! Kadına da bulaştı. Diktikçe yüzüne renk yürüdü terzi kadının, üzerindeki soluk hırka renklendi, canlandı, yenilendi. Hırkanın üzerindeki motifler kadının yol haritası oldu. Terzi kadın bu coşkuyla yaşam kabuğunu değiştirdi. Dünyanın bütün yorgunluklarını hamleye, tüm hamlelerini yaşama ve şimdiki zamana çevirdi. Bunun üzerine duvar saati, terini soğutmaktan vazgeçti, ‘haydi’ dedi dükkâna. ‘Haydi işimize bakalım.’

Dükkân şöyle bir gerindi, kendine geldi, soba ateşlendi, astarlar akide rengi bir ışıltıya, güne, yaşama ibadet etti. Ortalık gün ışığının en sıcak rengiyle doldu. Grip eskidi. Hastalıklar çürüdü. Vesvese durdu. O ne sesti! Çanta, enerji dolmuş makinenin rotasında muma dönmüş, tiftikleri toparlanmış, çantaya benzemişti. Siyah iplik dile gelmişti. Dili, bağlamanın, iyileştirmenin dili olmuştu. Durgunluğun yerine arınmanın diliydi artık…

Ve o kısacık sürede her şey yenilendi. Dikilecek tüm kumaşlar, tasarlanacaklar, prova edilecekler, avutulacaklar. Hepsi.

Bir çırpıda dikiliverdi çanta.

İşinin ehli bilge terzi kadın, her şeye kadir siyah ipin ucunu çantanın kumaşından çekip aldı. Ben diyeyim on yıl, siz deyin otuz yıl gençleşmiş gibi görünüyordu.

“Tamamdır” dedi “eskisini aratmaz. Al bakalım.”

***

Kıssadan hisse: Koşullar ne olursa olsun işimize bakalım, devam edelim