Masa

Genellikle öğlen yemeklerimi Kadıköy’de, Altıyol’la İskele’yi birbirine bağlayan ve dört kadının işlettiği bir tür esnaf lokantası sayılabilecek olan bir ‘ara’ mekânda yerim. Ara mekândır çünkü oraya gittiğim zaman hayatın başka bir boyutuna geçtiğimi düşünürüm. Bir yüzü caddeye dönük olan bu küçük bahçe katında gözünüzün önünden neler geçmez neler! Bazen çocukluğunuzun güzel yemek kokuları, o yemek kokularına dolanmış sesler, bazen yemeklerin ta kendisi. Daha gerçekçi bir gününüzdeyseniz masalarda unutulmuş gazetelerdeki haberleri takip edersiniz, bazen dört duvar arasına sığışmış radyonun sesini. Tam da bu yüzden, bu dört duvar yüzünden yani, lokanta ekibiyle hemen arkalarındaki bahçe hakkında konuşmak hasıl olur. Şöyle cümleler: Geniş beyaz bir tente kursak, masaları oraya atsak, içerdeki klimanın yarattığı suni güzün yerine bahçedeki incir ağacının tenteye değen serin gölgesinin keyfiyle hep birlikte dağılıp gitsek yazın içine, ferah sofralarımız olsa, yemeklerin arkasına yaz rehavetiyle birlikte çaylar, kahveler içsek, sohbet etsek…

Cevapsa hazırdır. ‘Nerdee!’ Geçtiğimiz ilkbahardan beri ihtilâf içersinde oldukları bir üst kat komşuları vardır. üst kattakine göre ekibin art niyeti bellidir! Ortak malları olan arka bahçeyi gasp etmek, orayı sese ve yaşama boğmak! Bunu yaparlarsa diğer kat malikleriyle birleşip onları mahkemeye vereceklerini söyler komşu, tehdit dolu gaddarca ve manasız cümleler savurur. Balkonundan sarkıttığı çarşaflarının masalardaki öğlen yemeklerinin kokusuna bulaşmasına, tentenin rengine, çayın demine asla ama asla tahammül etmeyecektir. ‘Hayır’ der, ‘bu bahçeye masa filan atamazsınız. Yasal değil. Hukuka aykırı. Bu ülkede herkesin söz hakkı var. Gerekirse sizi belediyenin en üzt makamına şikayet ederim. Gerekirse ruhsatınızı elinizden aldırırım. Gerekirse sizleri işsiz bırakırım! Gerekirse şöyle yaparım gerekirse böyle yaparımö Zatenö’

Bu ‘zaten’de durur, zatenden sonrasını kendine saklar. ‘Zaten’ bu kadınlara içten içe kıl olmaktadır. Her gün çamaşırları yıkar, ev temizliğini yaparken, bu dört kadının gözünün içine baka baka başkaları için yemek pişirmesi ve bu işten bal gibi para kazanması gerçekten sinirini bozmaktadır!

öbür cephedeki kadınlar, ‘zaten’den sonrasını tam olarak bilemedikleri için üst kat komşusunun görevden vazife çıkarma cümlelerinden, belediye, mahkeme gibi geniş anlamları çağrıştıran sözcüklerin yüreklerinde yarattığı derinlikten ürkerler. ‘Ya’ derler ‘tam masaları dışarı çıkarmışken komşumuz zabıtalarla kol kola bahçeye dalarsa, ya zabıtalar da onun gibi görevden vazife çıkaran, ortalığı birbirine katmaya hevesli manasız şahıslardansa. Olmaz ya, diyelim ki oldu, müşterilerimizi oturdukları masalardan çekip çekip alırlarsa, hani bu densizliği yaparlarsa, yapmazlar ama ya yaparlarsa, biz bunu hem kendimize hem de müşterilerimize nasıl açıklarız? üstelik Ramazan da kapıda! üst kat komşumuzun bu işi başka kılıflara sokmayacağından emin olamayız. Bıraktık bahçe kendine kalsın.’

Bu sözler üzerine arka bahçeye bakıyorum aval aval. İncir ağacına, loşluğa. Sahipsiz, zırva bir loşluk bu. İçinde bir sürü kıskançlığın, fesatlığın üreyebileceği bir loşluk, bir rutubet yumağı. Ekip haklı. Bahçe kendine kalsın! Yaralı zamanlar da kendine!

Sonuç: Her yaz kucaklaşmasında, balkona, bahçeye, açığa, berekete, çimene atacağım bir masam olsun isteğimi ruhsatsız bir istek olduğu için bu kez pek yersiz buluyorum.