Mektup

Siirt’ten bir mektup aldım geçenlerde. Mehmet Yürek ve Mehmet Yavuz Arıtürk imzalı bu mektubun bir bölümünü sizlere aktarmakta sakınca görmüyorum:

“Çocuk denecek yaşta gençlerin, ellerinde siyah poşetlerle sokaklarda dolaşıp uçucu madde çektiği, bağımlısı olduğu maddeyi elde edebilmek için ev kadınlarını bile öldürmeyi göze aldığı bir şehirde, çocuklarımızın ve gençlerimizin kendilerini daha sağlıklı yollarla ifade edebilmeleri için Eğitim-Bilim-Kültür ve Sanat etkinlikleri ana başlığı altında iki senedir çeşitli etkinlikler düzenlemekteyiz. Güneydoğu’nun ücra bir şehrinde, Siirt’te, şiir, resim, karikatür, öykü yarışmaları düzenlemek, uçurtma şenliği ve satranç turnuvası tertiplemek önceleri kimseye inandırıcı gelmedi. Ama biz bunların olabileceğine inanıyorduk ve oldu.”

Geçen yıl başlayan etkinliklerde 250 çocuğun yararlandığı ücretsiz kurslar açılmış; halen bir mermer fabrikasında heykel ve rölyef dersleri de veriliyormuş. Yakında gerçekleşecek olan ikinci şiir yarışmasının afişlerini sokaklara asmışlar bile! Bunu yaparken hiç kimseden bir şey istememişler. Sadece bir kitabevinin (Arkadaş Kitabevi) gelirini bu etkinliklere ayırmışlar. Benden istedikleri tek şeyse bu kervana katılanları yüreklendirmem.

O zaman ben de şunu söyleyeyim: Tüm karamsarlığıma rağmen “daha mutlu bir dünya vaadi” hâlâ gözyaşlarına boğabiliyor beni. Bu da benim zaaflarımdan biri işte! Sanatın ve bilimin -tutucu bir perspektiften bakıldığında gelenek ve güçlü bir geçmiş bilincini pompalamakla yükümlü olmaları bir yana- asıl olarak insana hayal etme anlamında sunabildiklerinin uçsuz bucaksızlığına diyebilecek hiçbir sözüm yok. Bugünün sizi duymayan, duysa bile dinlemeyen, dinlese bile anlamayan, anlasa bile yanlış anlayan dinamikleri karşısında hayli talihsiz bir kavşak bu, farkındayım ama olsun…

***

 Temenniler bölümüne ise 1991 basımlı bir kitabın arka kapağında muzip muzip gülen tanıdık bir simanın sözlerini koyalım. Aydın Uğur’un, “Keşfedilmemiş Kıta” adlı kitabına önsöz niteliğindeki sözleridir bunlar. Şöyle der Uğur: “Anlaşılan 19. yüzyıla sıkı sıkıya bağlıyım. Ama yaptıklarına değil, umutlarına. 20. yüzyılı hep hayalgücü fukarası olarak kabul etmiş; 19. yüzyılın düşlediklerini, tasarladıklarını çoğu kez tersinden anlayarak uygulamaya geçirmekten öte bir beceri gösterdiğine inanmamıştım. Sığ mühendislik ve çiğ gerçekçilik yüzyılında yaşıyorum. O yüzden 21. yüzyılı özlüyorum… Daha mutlu bir dünya tasarlamanın modasının geçmesini içim almıyor….”

Artık 21. yüzyıldayız işte. Neden yeniden umutlanma çağı olmasın bu? “Varolandan başkasını” ve daha ötesini, çok daha ötesini hayal etme çağı?

Hayali bile güzel.