Nazar etme ne olur, çalış senin de olur!

‘Sistem görünmezdi, bu da onu daha etkileyici, uğraşmaya değmeyecek kadar yıldırıcı kılıyordu.’

Ünlü Amerikalı yazar Don DeLillo’nun ‘Beyaz Gürültü’ adlı kitabından bu satırlar. Günlük yaşamımıza dolmuş ve bizleri gizliden gizliye tüketenlerden bahseder DeLillo bu kitabında. Ve bingo! Alışveriş merkezlerine de el atar; oraların insan ruhunu nasıl ele geçirdiğini anlatır. Sonrasında televizyon karşısındaki putperestliğimize uzanır. Öylece onun karşısında lök gibi kalakalmışlığımıza değinir… Hâliyle kitaptaki karakterler cansız, yaşarken buz tutmuş gibidirler. Bu arada sistem, kültür vb. aygıtlarıyla makul makul, sinsice ruhumuza işler, kaşıkla yediriyormuş gibi yapıp sapıyla gözümüzü çıkarır, kanımızı emer ve bizler bunun farkında bile ol(a)mayız! Belki de bu yüzden yazar, çağdaş ‘birey’in endişe ve kuşkularını dile getirirken, biraz kendimize gelebilelim diye biz okurlara hiç acımaz.

Günümüz insanını araştırmayan, sormayan, önüne ne konursa olduğu gibi kabul eden, yüzeyselliği en nitelikli yaşam diskuru seçmiş ve düşünsel tembelliği arşa ermiş biri olarak betimler. Ve bu arada sistemin asıl yıldırıcılığını ve meşruiyetini görünmezliğine bağlar. Bir şeyler olmakta, zemin ayağımızın altından kaymaktadır ama biz bunu somut olarak bir türlü göremeyiz; bu yüzden de elimiz böğrümüzde bir sonraki hayatlara bırakırız mücadeleyi…

Kendi iradeleriyle

Tahmin ettiğiniz gibi işi Gezi Parkı’na getireceğim. ‘İki-üç ağaç için neler oldu, dünyaya rezil olduk’ diye demeçler verenlere bu sözüm. Tüm bu yaşadıklarımız iki-üç ağaçlık bir hikâye değildir. Bunca insanın ayağa kalkmasına yol açanı görmezden gelebilmek için mangal gibi bir yüreğe ya da yürek şeklindeki bir mangala sahip olmak gerekiyor. (Hangisi daha işlevsel bilemiyorum.)

Kim ne derse desin, bugün toplumsal ekoloji denilen, kimsenin kimseye tahakküm etmediği, düşünce ve çoğul aklın ön plana çıkabileceği olasılıkların yeryüzüne göz kırptığı bir Türkiye görüyoruz. Hem insanlığa hem de doğaya ortak bir ses ve etik sunabilecek bir hareketin ön varlığını. Sistemin insan ve doğa üzerindeki sessiz tahakkümünü gözler önüne seren bir hareket bu. İnsanları konforlu evlerinden meydanlara taşıyan, televizyondaki bayık programlardan canlı bir konserin enerjisine eklemleyebilen bambaşka bir oluşum. İnsanlar günlerdir biber gazı ve tazyikli suya rağmen meydanları dolduruyor. Üstelik kendi iradeleriyle! Devletin sesi ‘çocuklarınıza sahip çıkın’ derken annelerin canlı kalkan olduğu, kendi ivmesiyle hız kazanmış bir hareketten bahsediyoruz. Çok görünür bir hareketten, gelecek için umut besleyebileceğimiz bir başlangıçtan.

Nazara gelen…

‘Türkiye’ye nazar değdi’ diyenlere küçük bir sözüm var. Nazara gelmiş olan bir şey varsa o da sistemin işleyişidir!

Doğayı dilsizliğe mahkûm etmiş, aklı etrafta olup bitenlerden yalıtmaya programlanmış, kıymeti sıfırlamış, sıfırdan tuhaf tuhaf değerler üretmiş, hiyerarşik ilişkilerden ur gibi büyümüş, rantla üremeyi kendine şiar edinmiş şu ‘mağrur’ sistemdir göze gelmiş olan. Özgürlük ve öznellikten dudağı uçuklayan, yaşam damarlarını ve düşünceyi iğdiş etmeyi pek seven şu ‘mağrur’ sistem. Biberli ve tazyikli sistem.

(Taksim’deki direnişçilere, gösterdikleri çelik irade için kişisel teşekkürümdür bu yazı. Yaşamlarımızdaki bir takım görünmez hususları görünür kıldıkları ve gelecek umutlarımızı dirilttikleri için.)