Ne zaman İran dense

 

 

Ne zaman İran dense

 

 

 

Yeniden merhaba diyeceğim güneşe

Gövdemde akan nehirlere

Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme

Benimle birlikte kuru mevsimlerden geçen

Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine

….

 

Sevgili Furuğ!

 

 

Ne zaman İran dense, İran, o kadim ülke, tarihe mühürlenmiş ağır yazgısının bedeliyle yeniden karşılaşır hale gelse, ilk seni hatırladım bugüne değin; şimdi de öyle -ne zamandır aklımdasın. Şah’ın baskıcı rejimine, totaliterliğin her türlüsüne kafa tutan kadın Furuğ Ferruhzad! Kadını kadın olmaktan çıkaran, alıkoyan her türlü angaryaya hayır diyen cesur şair. Bir kadının, İranlı Nida’nın kalbinden vurulduğu anda, bir cep telefonu kaydından ölümün soğuk yüzünü seyrederken de sen vardın aklımda, satırlarınla. Biliyorum yaşamın gerçek yüzü her daim şiirle sıvanamaz ama şiirden başka da izbeye hükmedecek, her şeye tüm tazeliğiyle yeniden başlayabileceğimiz hangi güç vardır yeryüzünde?

 

Gecenin kokusunu hediye eden kargalara

Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme

Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne

Yeniden merhaba diyeceğim

 

Yeniden merhaba diyebilmek için toprakları yeniden diriltmeli, havalandırmalı Furuğ; kan ve irinden, kokmuş yaşamlar ve nefretten, kurşun gibi ağır sözlerden ve iktidardan arınmalı ruhlarımız. Arınmalı da nasıl? Zamanımız, cevaplarımız tükeniyor, sesimiz sessizliğe karışmıyor mu? Yaşamlarımız tıknefes.

 

Bu soluksuzlukta önce bedeni düşüyor Nida’nın, ardından gözler kayıyor. Kan suratına yürüyor. İran’ın çığlığı bitiyor, sesi orada çıkamıyor artık; Nidasız kalıyor, ölüm sessizliği kol geziyor. Oysa sen inatla konuşmaya devam ediyorsun Furuğ, aklımızın bir yerlerinde; bir bakıyorum Nida’nın ruhuna denk düşmüş, onunla birlikte hayata karışıyorsun. Ve orada bir kez daha anlıyoruz ki, bir insanın, bir kadının gerçek şehveti ruhunun ayaklanmasıdır yeryüzündeki nefrete, kine, öfkeye, zorbaya, soysuzluğa.

 

Bu karmaşa içinde İran zor günler geçiriyor. Biliyoruz ki sokaklara dökülen ve kapana alınmaya çalışılan bu ses tam otuz  senelik bir mücadelenin ürünüdür. Bu seste eşit ve hakça paylaşımın, insan onuruna gölge düşürmeyecek bir hayat özleminin, insan haklarına yaraşır hayat sürme fikrinin izlerini sürüyoruz. ünlü İranlı yönetmen Makhmalbaf’a göre bu hareket hiç kimseye, hiçbir uluslararası kurum ya da kuruluşa diyet borcu olmayan, ülke kaynaklarını gereksiz işler ve alanlarda talan edenlerle ciddi bir hesaplaşma. Ona göre taşlar yerinden oynadı mı kimse onları durduramaz !

 

Yoksa devrim mi bu? Halkın sesi mi bu? Bunu zamanın kudretli asasının salınımında göreceğiz. çünkü devrim sözcüğünün tarih içinde envai çeşit karşılığı olduğuna tanıklık ettik. Nice devrim, beyinlerin, evlerin içine uğrayamadı; koca, baba, din baskısı kadınları yok saymaya devam etti, insanları kendi gölgelerinde ve özgüvensizliklerinde boğdu. Ama Furuğ’a göre, o gencecik sesi yıllarca önce yine İran’da boğulmuş, Nida’nın kaderiyle neredeyse ortak kaderine rağmen, çığlığı hâlâ yükselebilen o eşsiz kadına göre…

Evet: Furuğ biliyor, yüzü toprağın, toprak ananın  yüce bereketine ve has şehvetine dönük, biliyor. Şükürler olsun  ki sözcükleri hâlâ ses, umut ve ışık yüklü, BİLİYOR:

 

Geliyorum, geliyorum, geliyorum,

Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı

Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle

Duvarların ötesinden kopardığım dallarımla,

Geliyorum, geliyorum, geliyorum,

Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza

Yeniden merhaba diyeceğim.