Neden yahu?

İsrail hükümetinin Türk hükümetinden özür dilemesinin ardından bir anekdot düşüverdi aklıma: Mavi Marmara olayının patlak vermesinin hemen ardından yazar arkadaşımız Murat Menteş bir grup yazar çizeri toplamıştı. Bizler de bir basın toplantısı aracılığıyla İsrail hükümetinin Mavi Marmara’ya yaptıklarını elimizden geldiğince ve dilimiz döndüğünce protesto etmiştik. Orada Metin Üstündağ İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun yaptığı o tuhaflığa çok güzel bir soru sormuştu: ‘Neden yahu?’
O günden beri İsrail hükümeti der demez aklıma düşen sorulardan birisidir bu. Ancak, tahmin edebileceğiniz gibi bu sadece İsrail hükümetiyle sınırlı bir soru değil. Aynı soruyu Türk hükümetine de zaman zaman sormak hissiyatına kapılmıyor değilim.
En başta da Suriye ile yaşadığımız çelişik durum geliyor. Örneğin çok değil 3-5 yıl öncesinde, Beşşar Esad ve eşinin Türkiye’yi ziyareti esnasında yaşananlar canlı bir biçimde aklımdayken şimdi gelinen noktaya bakıp o soruyu yinelemek istiyorum: Neden yahu?

‘Yüzleşme…’

Bu soruyla ilgili olarak aklıma düşen bir sürü ek soru daha var elbette. Bunların başında ise ‘hükümetler gerçekten insanları önemsiyor mu?’ sorusu geliyor. Geçen gün yazdığım ve ülkemizdeki çatışma ortamına, genç ölümlere referans verdiğim ‘Sıralı Ölüm’ yazıma bir okurumuz, şu aralar yaşadıklarımız anlamında ilginç bir yorum getirmiş. Farklı bir yüzleşmeden bahsediyor:
“Şu günlerde belki de milyonlarca insanın başka bir platformda kendileri ile yüzleşmesi var. Ne kadar kendimiz olamadığımızla yüzleşme. Ne kadar kolaylıkla yöneticilerimiz, kanaat önderleri ve gazeteciler tarafından oradan oraya sürüklenebildiğimizle yüzleşme. Değerler sistemimizin, alışkanlıklarımızın, hayata bizi bağladığını sandığımız şeylerin aslında ne kadar kırılgan, manipüle edilmeye açık ve kendimizin dışında olduğunu belli belirsiz fark etme sonucuyla yüzleşme. Kendimizle yüzleşmeden ziyade kendimiz sandığımız şeyle yüzleşme… Ne kadar yapay olduğumuzla yüzleşme…”
Değerli okurumuzun ifade ettiği hususlar elbette çok önemli ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken noktalar. Bu yüzden belki de hiç kimseye ‘Neden yahu?’ sorusunu sormamak gerekiyor. Özgürlük ve eşitlik fikrinin bir duvardan öbür duvara kimliklerimizi vurup vurup durduğu ‘beşer şaşar’ sınavlarından geçerken akılda tutulması gereken önemli bir durum bu. Eğer tutulmamış bir aklımız hâlâ mevcutsa!

Gerçek göz kırparken

Okurumuzun da ifade ettiği gibi medyanın, kanaat önderlerinin ve yöneticilerin eleğinden süzülenler gerçekte ne yazık ki sahici bir yüzleşme şansını sunmuyor insanlara. Yakın geçmişte de bu böyleydi, şimdi de böyle, korkarım yakın gelecekte de böyle olacak. Gerçek hep uçuşkan ve tüllerin arkasından bize göz kırpacak ve ona bir türlü erişemiyor olacağız.
Bununla birlikte ‘Sıralı Ölüm’ yazımda da ifade ettiğim gibi bu ülkede genç ölümlerinin önüne geçebilecek her türlü adımı kıymetli ve elzem bulduğumu yinelemekten kendimi alamıyorum. ‘Binlerce genç insan neden öldü, neden yahu?’ sorusuna mantıklı bir cevap bulamasak da ‘bundan böyle binlerce genç insan neden ölsün, neden yahu?’ sorusuna verilecek bir cevap şansımız hâlâ var. Çok şükür ki var.
Bu cevaplardan en yalını ise savaşın kimseciklere hayrı olmadığı, 3-5 egonun çatışması dışında da hiçbir hakikat ihtiva etmediği olsa gerek.

(Not: Bu yazıyı yazdığım saatlerde İsrail’in Suriye’ye saldırdığı haberleri gelmeye başlamıştı bile.)