26/06/2016
‘Buralarda bir masumiyet, bize ait bir şeyler kalmış olmalı dedim kendi kendime, yoksa niye bu buruşuk mendil, bu su şişesi, levye. Niçin yoksa bunca acıtalım birbirimizi.’
Sine Ergün, Baştankara adlı öykü kitabında, yol parasını ödemeyen bir müşteriyi ‘Ya Allah’ diye levyeyle pataklayan bir taksi şoförüyle hastaneden yeni çıkmış kahramanını böyle konuşturur. Bazen Hayat kitabıyla, 2012 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanan Ergün’ün Can Yayınevi’nden çıkan yeni kitabını bu kaderci, sıcak günlerde kaçırmayın okuyun derim.
***
Son yaşadıklarımıza bakıyorum. Sine Ergün’ün arka koltukta oturan kahramanının sorusuna benzer sorularla haşır neşirim:
‘Niçin bunca acıtıyoruz birbirimizi?
Böyle diye diye okuyorum Şebnem Korur Fincancı’nın cezaevindeki kendi el yazısıyla kaleme alınmış izlenimlerini.
‘İşini kanıta dayalı yapan biri olarak sürekli kanıt topluyorum kendimce’ diye yazmış Fincancı. Ziyaret, eşya kabul, havalandırma, kantin, kütüphane üzerine olan gözlemlerini okurken zamanı anlamak için geliştirdiği yöntemleri de dikkatle takip ediyorum. Onun her insan hakları eylemcisinin özgeçmişinde olması gereken bir çalışma alanı diye betimlediği cezaeviyle kurduğu ilişkinin verdiği ipuçları arasında öne çıkan çok temel bir husus var: Mesleğini yaşamına katmış bir kadının görkemli bir yalınlıkla anın içinde, tüm kötü koşullara karşın ‘saatsiz bir biçimde’ ayakta kalışı!
‘İşkencede susuz bırakılanların idrarını içtiği, her gün 24 saat kaba dayak, türlü işkence yöntemi ile sınandığı koşullar da olabilirdi. O insanlar nasıl ayakta kaldıysa, kalırdık biz de ayakta. Hiç kuşkum yok’ diyor Şebnem Korur Fincancı.
‘Elbette’ diyesim geliyor… ‘Ama bizler bunları aşmış olmayı hayal ediyorduk. Artık birbirini acıtmayacak insanların ülkesi diye hayal ettiğimiz bir ülke vardı.’
***
Bulunduğum caddede bir araba öylesine park etmiş. İçinde şoförü yok. Arkasına birikmiş arabalar. Derken şoför geliyor ve sanki kendi arabasının arkasında bekleyenlerden biriymişçesine elini kolunu sallaya sallaya arabasına biniyor. O sırada arkasında bekleyen adamsa kopuyor:
‘Be kardeşim hiç değilse bi özür dile. Bi kusura bakmayın de. Bi gönlümüzü al. Hata yaptım, affedin de! De, bir şeyler de!’…
Adam demiyor. O, Yeni Türkiye’nin her zaman, her yerde, her daim ‘haklı’ sekterliğini, haksız gururuyla içinde taşıyanlardan.
***
‘İnadına gülmek, inadına iyi olmak gerek’ diyor Şebnem Korur Fincancı, el yazısıyla. Cezaevinden. Ona, Ahmet Nesin’e ve Erol Önderoğlu’na sevgilerimi gönderiyorum. Ve demek istiyorum ki:
‘Haklısınız Şebnem Hanım. Hep birlikte öğreniyoruz. Demek ki daha çok öğrenecek şeyimiz varmış. Birbirini acıtmanın yerini, birbirini duyma ve anlama alıncaya kadar, demek ki böyle…’