Niçin feminizm?

1980’li yıllarda feminizmle tanıştım. Ne yalan söyleyeyim kafası karışık bir üniversite öğrencisinin tanışabileceği en iyi ‘izm’ ve onu geleceğe bağlayacak en önemli köprülerden biriydi feminizm! Sistemi sorgulaması bir yana, otoritenin dışladığı hemen hemen bütün grupları işaret eden yanıysa eşsizdi. Bu açıdan iyi bir başlangıçtı feminizm. Sadece bir edebiyat öğrencisi olarak metinlerin çoğunda gezinen baskıcı, çok bildiğine inanan o kibirli erkek dilini keşfetmeme yardımcı olmadı, yaşamın içersinde onlara benzeyen dinamikleri de seçebilmem konusunda bambaşka bir pencere açtı bana.

Zamanla bu konuda yazılmış teorik kitapları da okumaya başladım. Sorgulamayı temel alıp farklı ufuklara farklı merceklerle bakan, bu bakışta bile sorular sormaktan bıkmayan bir yanı vardı feminizmin ve o tavır beni şaşkına çevirmeye yetmişti. Sistemi dil, beden, kültürel katmanlar, farklı coğrafyalar (ve daha neler neler) bazında eleğe çevirerek öze bakmak bu kitapların temelinde yatan arayışın adıydı. Hemen her seferinde hiyerarşileri yıkmak adına çıkılmış bu soyut yolculuklardan okur olarak kârlı çıkmamanız ise mümkün değildi. Etrafınızda olup bitenlere bakmak, sonra kendinize bakmak, ardından yaşama bakmakö Bakmak ve görmek. Bakmakla görmek arasındaki farkı anlamak. Detayları seçebilmek, o detaylardaki ideolojik manevraları görmekö Bunları gösterdi feminizm bana. Umulanın tersine bir erkek düşmanı da yapmadı beni, erkeklerin üzerindeki toplumsal baskıyı da görmemi sağladı.

Birçok izm’de olduğu gibi kendisine yenildiği yerler yok muydu feminizmin? Vardı elbette. Sorgulanacak bir sürü yanı vardı. Ancak köprü dedik ya, size farklı cepheleri ve dünyaları vaat eden bir köprünün asıl işlevi sizi bir kıyıdan öteki kıyıya ulaştırmasıdır. Başka bir denkleme, uzama vardırmasıdır sizi. Ben ve benim gibi nice genç insan, bir zamanlar kafalarını kurcalayan neden ve nasıl sorularının karşılığının bir kısmını feminizmle buldu. Bugün bu soruları belki sadece onun çerçevesinde sormuyoruz, sormamız da gerekmiyor ama sanırım inatçılığımızın, sistemi sorgulamamızın ve yaşama sahip çıkabilmemizin kökeninde zamanında onun bize anlattıkları mevcut.

Bu yazıyı niye mi yazdım? Şu an sistemin kirletmeye, töhmet altında bırakmaya, aşağılamaya, yok saymaya çalıştığı feminizm bir lüks, üstelik sadece kadınların yaslanacağı elit bir burjuva ağacı, insanla dolu ama aslında insansız olan bir AVM hali değildir. Sistemde tökezleyen hemen herkesin kendine dair sorularının yanıtlarını bulabileceği bir başlangıç, içten bir önsöz, marifetli bir köprüdür. Başbakan’ın Diyarbakır’daki konuşmasında feminizme atıfta bulunması ve onu tuhaf bir yöntemle yok sayması ile yok olmayacak bir adımdır. Başbakan’ın feminizmi özel kliniklerle kâr ortağı biçiminde göstermesi ve neredeyse kürtaj karşıtlığını bu biçimde dillendirmesi ise insanın aklına tuhaf sorular getirir. Ne bileyim Ankara’da çınarları yolup yolup sit alanları üzerine Beyaz Saray diken bir mantıkla söylenmiş bu cümleyi tuhaf bulabilirsiniz birdenbire! ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ diyebilirsiniz örneğin. Ancak daha ötesini de düşünebilirsiniz. Bugün kadınlara ve kadın bedenine yönelik oyunların gerçekte ne olduğunu, neye denk düştüğünü vb.

Her şey bir yana, dün yolumun keşistiği ‘Bedenimiz Bizimdir’ yürüyüşünde gördüğüm heyecan bu tuhaf duyguları sildi süpürdü. Genç insanlar, erkekler, hatta çocuklar, arkadaşlar, tanıdık simalar, dolmuşlardan el sallayanlarıyla bambaşka bir atmosferdi dün. Kimilerinin hiç anlamak istemediği bir gerçeği yeniden hatırlatması açısından önemliydi oradaki mesaj: İstersek her şey değişir!

Bu arada atılan sloganlar ve pankartlardan bir kısmını da sizlerle paylaşayım.

Kürtaj hakkımızdır, Uludere katliam.

AKP elini bedenimden çek.

Babanla bana tecavüz ederken tanıştık yavrum!