Öğretmenler kaçırılırken

Bir kara tahta var. Son yaşadıklarımız düşünüldüğünde kendi sesini ve gölgesini yutan bir boşluk. Kara tahta bu. Cilveli, davetkâr televizyon ekranına filan benzemez. İyice kararırsa bir daha eski rengi yerine gelmez.

Bu kekik kokan kara tahtaya bakanlar var. Ayaklarında çamur kaplı lastik potinler olan çocuklar bunlar. Güneşi çok çekmiş derilerinde yoksul gamzelerle gülmeye hazır bekliyorlar. Yoksulluğun her nefeste bulundukları sınıfı istilâ etmesine ise, alışmışlar.

Bu kara tahtanın önünde bir öğretmen. Kurayı yeni çekti, heyecanlı. Bu devirde, Mili Eğitim’e rağmen Milli Eğitim için, birilerine bir şey anlatmak uğruna dağlar taşlar aşılabileceğinin tuhaf, canlı kanıtı gibi kara tahtanın önünde duruyor. Bodur ve hantal görünümüyle mitleştirilmeye yatkın bir çalıkuşu’nu değil aşısız büyümüş sıradan bir ceviz ağacını andırıyor. öğrencileriyle paylaştığı çok samimi bir dil var. Bu samimiyet dili birbirlerini özden tanımalarıyla ilgili, sonradan öğrenilecek bir dil değil.

O dil, bu vatanı düşmanlardan nasıl temizlediğimizin özeti filan da değil.

O dil müfredatın tarih kitaplarına girmiş ‘şunlar pek kötüdür bunlar pek iyidir’ mantığıyla ele alınan ve her beş yılda bir esen rüzgara göre değişen resmi görüşlerle de bağdaşmıyor.

O mütevazı genç dil, gecede, kılını hafifçe kıpırdatarak alnının botokslu teriyle binlikleri cebine atan masum güzellerin ve civanmert imajlı gençlerin bilmem ne barından çıkarken dünya yükünü sırtlarında taşır bir edayla sarf ettikleri ‘ay sadece arkadaşız’ repliklerine de uzak.

O dil, muhtemelen bu çocuklarla farklı coğrafyaların benzer sofralarında oturup kalkmış bir dil. Kıt kanaat bir maaşla büyümüşlerin, bazen yatağa yarı aç yarı tok gidişlerin hayat tarafından umursanmayan nakaratlarıyla büyümüş bir dil.

Ya da öyle büyümese de, vakti zamanında yine bu kara tahta önünde rastladığı, öğretmen odasını dolduran müfredat azmanı diğer öğretmenlerden farklı bir sesin ona sundukları sayesinde kazanılmış bir dil. ‘Orada bir köy var uzakta’ değil, ‘Bu yaşam hepimizin ve herkes eşit olabilir’ düşüncesinin dili.

O dil, ‘Torpilin varsa bir şeysin, torpilin yoksa hiç yaşamadın, bunu böyle bilesin’ duasını terennüm etmek yerine can yakan bir coğrafyaya gidişin dili. Ne kadar kahraman oldukları ya da olmadıklarının değil, sadece bir otobüs bileti ya da ucuz tarifeli bir uçakla sevine sevine görev yerine gidişin dili. Gidişin ve kara tahtanın önünde duruşun dili.

Kalmasına izin verilirse ‘öğrencilerini anlayabilecek, onlarla buluşabilecek’ bir dil. Muhtemelen Ferit Edgü’nün ‘Hakkari’de Bir Mevsimi’ni henüz okumadı. Belki ‘İki Dil Bir Bavul’u seyretmedi. Yaşar Kemal’in, Mehmet Uzun’un, Fırat Ceweri’nin kitaplarıyla tanışmadı. Ama zaman verilirse tanışır da. O dil, öyle bir dil.

Bu dil, ne Kürtçe ne de Türkçe’dir. Bu dil, insanlık dilidir. Bu dil silahların gölgesinde değil, kara tahtanın önünde büyür, serpilir ve yolunu bulur.

***

Bir not: Yüksekovahaber sitesi Hakkari’deki okul giysileri olmayan yoksul çocuklar için bir kampanya başlatmış. ‘Sen de bir öğrenci giydir’ kampanyası iki hafta daha sürecek. Birçok çocuğun okula gidecek ayakkabısı, çantası ve okul giysileri yok. ‘Sen de bir öğrenci giydir’ kampanyasına katılmak ve kampanya hakkında detaylı bilgi almak için başvurulacak numara: 05419412507.

Ajda Pekkan’dan bir de bu çocuklarımız için bir konser yapmasını istesek mi? üstelik Hakkari, Somali kadar uzak değil!