Öğretmenler

Bazı meslekler idealizmle daha çok anılır. örneğin, milletvekilliği böylesi bir idealizmle anılmaz da (milletvekilleri daha çok kavga etmek ve tuhaf tuhaf demeçler vermek için Ankara’dırlar sanki) öğretmenlik, doktorluk gibi meslekler idealizm timsalleridir. Onlardan aldıkları maaşların karşılığı kat be kat istenir ve ülkenin “neyim doğru ki” mantığında işleyen bürokrasisinde ışıldayan meleklere dönüşmeleri umulur. Bir doktorun günde elli hastaya bakıp aynı zamanda onlara yaşam koçluğu yapması, bir öğretmenin aldığı maaşla var olmaya çalışırken öğrencilerine yüzyılın deneyi “cern”i varoluş felsefesinin ışığında anlatması gibi…

Son olarak Milli Eğitim Bakanı ömer Dinçer’in eş durumu atamalarında il-ilçe emrinin kaldırıldığını açıklamasının ardından öğretmenlerden gelen mektuplar bana bunları çağrıştırdı. Bakanın bu açıklamasının ardından gelen iletilerin çoğunda denilen şu: “Eşlerimizden, ailemizden ayrı kalacağız.”

İl-ilçe emri uygulaması, eşi farklı yerlerde çalıştığı için “eş” durumundan atama isteyen öğretmenler için geçerliydi. öğretmenler, hizmet puanı yetmediği takdirde eşlerinin yanına gidebilmek için il ya da ilçe milli eğitim müdürlüğü emrine atanıyordu. Şimdi bu uygulama kaldırılacak ve öğretmenler artık eşlerinin bulunduğu yere gidemeyecek! İlle eşinin yanına gitmek istiyorlarsa 3 yıl (dile kolay 3 yıl!) ücretsiz izin almak durumundalar! öğretmenler bulundukları yerlerde çalışmaya devam kararı alırlarsa tayinleri ne zaman çıkarsa o zaman eşlerinin yanına gidebilecekler.

“Ne zaman tayin çıkarsa o zaman gitmek!”

Kimi öğretmen bunun yıllarca sürebilecek bir belirsizlik olduğu görüşünde…

Gelen mektuplardan birinde bu belirsizlikler yüzünden kendi hayatlarına dair plan yapamaz hale geldiklerini söylüyor bir öğretmenimiz. Yeni evlenenler ya da evlenecek olanların perişan olduğunu belirtiyor. Bir diğer endişe yaratan husus ise şu: Bakan, atanmaya hak kazanan kişileri 31 Ağustos’ta işe başlayanlarla sınırlı tutacaklarını belirtiyor. Yani Haziran, Temmuz ve Ağustos 2011’de Türkiye’nin çeşitli illerinde öğretmenliğe atanıp, bayramın araya girmesi ile 5-15 Eylül 2011’de göreve başlayabilen öğretmenler için bu atanma durumu geçersiz sayılacak. Kısacası 31 Ağustos değil de 5 Eylül’de işe başlayanlar atanma hakkını kaçırmış olacak. Bu ise öğretmenlerin yaşamlarında bir sene daha ailelerinden, eş ve çocuklarından uzak kalmaları anlamına geliyor.

Bir yıl!

Bir yıl nedir ki diyebilirsiniz.

Bakan da böyle söylüyor zaten. “İmkansız denilen şeyin en uzun vadesi bir yıldır” diyor. Dahasını da söylüyor: “Şimdi ben soruyorum bu ülkenin bütün insanlarına ve vatandaşlarına. Bir öğretmen atadınız ve o öğretmeniniz tam eğitimin ortasında hangi gerekçeyle olursa olsun bir başka yere gönderildi, orada en az 30 tane çocuğunuz sınıfta öğretmensiz kalacak. İstiyor musunuz böyle bir uygulamayı?”

30 tane çocuğun sınıfta öğretmensiz kalması çok önemli bir sorun elbette. Bu yüzden işe en başından başlanılabilir. örneğin öğretmenlerin atanma tarihi 31 Ağustos’tan 15 Eylül’e kaydırılabilir. Bu sayede herkes okul başmadan yerini yurdunu bilir. Dahası “hiç yoktan iyidir” mantığıyla kotarılan kurallar bir yıl boyunca 30 çocuğa mutsuzca seslenen bir öğretmenin, hem kendisi hem de çocuklar için bir mutsuzluk örneği teşkil edeceğini düşünmekten neden bu kadar uzaktır? Herkesten Reşat Nuri Güntekin’in ünlü romanı çalıkuşu’nun Feride’si olmasını bekleyemezsiniz. Unutmayalım ki büyük aşkı Kâmran onu aldatmasa Feride’nin yaşam seyri ne olurdu acaba?

Belki burada atlanmaması gereken en önemli husus öğretmenlerin sadece idealizm timsali “memurlar” değil aynı zamanda anayasal haklara sahip “bireyler” oldukları hususudur.