Okurlar ve yazarlar

‘Don Kişot’u, okuduktan çok sonra sevdim.’

Yukardaki ‘okur itirafı’,  Faruk Duman’ın TomSawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe (Can Yayınevi) adlı deneme kitabından. Duman, bu kitabında yer alan metinlerinin çoğunu, kitabın adından da anlaşılabileceği üzere okuma ve yazma faaliyetine ayırmış. Hatta yukarda alıntıladığım cümlenin yer aldığı ‘Okurdan Ne Bekleriz’ adlı denemesini de şöyle bitirmiş:
‘Herhalde, okurdan bir beklentisi varsa bir yazarın, en fazla bu olabilir.’
Burada Faruk Duman’a tamamen katılıyorum. Okuduğu metne ve kendine zaman ve mekân anlamında şans veren bu okur tipini son derece önemsiyorum. Okuduğunu yaşamla buluşturabilen, okuma eyleminin ardından soluklanabilen, sonra bir gün farklı boyutlarda o kitabı, çok değil, birkaç cümleyle hatırlayabilen, düşünebilen, onunla iç geçirebilen bir okur… Hatta orada, yani sayfalar arasında deneyimlediklerini yaşamın bir fasılasında eşleştirebilen, ‘yahu ben bunu daha önce yaşamıştım’ diye derin bir nefes alıp veren okurdur o.  Burada neden bu kadar ahkâm kestiğime gelecek olursak, son derece benzer bir tecrübeyi, bizzat yaşadığım için olabilir. Kral III. Richard’ın iktidar deliliklerini, Hamlet’in tereddütlerini, hatta Orwell’in 1984’ünü yıllarca sonra anlamış, T.S. Eliot’un Çorak Ülke’sini en kurak iklim olan 1980’li değil de, 2000’li yıllarda farklı bir savrulmanın içinde keşfetmiş olmam, olsa olsa bu denklemin bir yanına tutunduğumu gösterebilir. Ve de bu nedir diye soracak olursanız, buna çok kısaca, edebiyatın gücünün yaşamla açılandığı zamandır diyebilirim size. Mucizevi bir denklem. Ya da, abartmayalım, sadece iyi bir denklem.
Ya yazarlar
Kitapta, bu denemenin hemen ardından ‘Yazardan ne Bekleriz’ diye bir deneme ile karşımıza çıkıyor Faruk Duman. Oradan da birkaç cümle paylaşmak isterim:
‘Edebiyat dergilerini satır satır takip etmeye başladığımız yıllarda, bir gün Türkiye’de her şeyin değişeceğini, kuşkusuz bizim de çabamızla, edebiyatın gerçek değerlerinin hak ettikleri ilgiyi göreceğini düşünürdük.’
Yine umutsuz değildir burada Faruk Duman. Örneğin Vüs’at O Bener ya da Bilge Karasu gibi ustaların edebiyat okuru kitlesiyle buluşmasının eskiye oranla daha çok mümkün olduğunu teslim eder. Ancak teslim ettiği bir başka gerçek daha vardır:  ‘Buna karşın piyasa işi edebiyat katbekat yol aldı. Eğitimimiz gibi okurluğumuz  da yavana muhtaç edildi.’ Yavan konusunu uzun vadeye yayarak, farklı konu başlıkları ve içerikleriyle, yerim ve soluğum yettiğince zaman zaman burada ele almaya çalışıyorum. Ancak hiç kuşku yok ki ‘yavan’, üzerine çok ciddi bir biçimde düşünmemiz, kafa patlatmamız gereken bir sözcük. Hemen her alanda geçiştirilebilecek bir sözcük değil. Sanırım, özellikle de son yirmi-otuz yıl düşünüldüğünde, yavan, bayağılık gibi bir sözcüğü cımbızla çekip aldığımızda geriye kalan yaşam hamurunu düşünmemiz gerekecek bir işlevselliğe de sahip.
Öte yandan tekrar Faruk Duman’ın söylediklerine ve edebiyata dönecek olursak, umutlu olma imkanımız da var gibi gözüküyor.
Nedir derseniz, paylaşayım:
‘Edebiyatın bir kesin formu, genel kabul görmüş ya da görülebilecek bir kuralı olmadığına göre, ondan yine o ideal okurdan beklediğimizi bekleyebiliriz. Kendi yazarlığını durmaksızın yükselen bir beğeni ile atbaşı sürdürmesi.’
Durmaksızın yükselen bir beğeni nedir sizce? Elbette, en kestirme cevabıyla, bir yazarın (okurları tarafından) yazdıklarıyla anılması.  Yazdıklarıyla görünmesi değil.