Olimpiyatlar: İnsan gücünden medyanın gücüne

‘Nerede o eski olimpiyatlar?’ diye söze başlamayacağım. Bu sözün yaşadığım zaman dilimi anlamında olimpiyatlara ve onların temsil ettiği ruha yetmeyeceğini biliyorum. Bunun için Zeus onuruna yapılan Eski Yunan’a gitmek gerekir ki, bu da ayrı bir serüven anlamına gelebilir.

Londra Olimpiyatları’nda yüzme yarışmalarını izliyorum. Teknolojinin baş döndüren görüntüleriyle birlikte kırılan olimpiyat ya da dünya rekorlarını izlerken, seyirciye anında sunulan seçenekler karşısında insanın aklı duracak gibi oluyor. Sanki oradayız, sanki havuzun kenarına tünemişiz, tünerken de anbean rekorları sayıyoruz.

Geçen yüzyıldan itibaren değişen bir çehresi olduğunu hemen hepimiz biliyoruz olimpiyatların. Şahsen her seyrettiğim yeni olimpiyat yarışında, tıpkı her seyrettiğim Eurovizyon yarışmasında olduğu gibi insan gücünü değil, çoğunlukla medya ve teknolojinin görsel olarak ön plana çıkardıklarını izliyor ve bunu çağımızın kaçınılmaz bir yazgısı olarak değerlendiriyorum.

Diyeceksiniz ki ne olmuş, bu neyi değiştiririr? İnsanlar yüzüyor, koşuyor, biz de bunu evlerimizde en görkemli haliyle izliyoruz.

Körfez Savaşı sırasındaki savaş enstantanelerini hatırlıyorsunuz değil mi; savaşın yeniden üretildiği ‘evlerimizdeki’ o savaşı? Bütün dünya olarak tanıklık ettiğimiz ve bir bilgisayar oyununda geziniyormuşçasına gezindiğimiz o savaşı? Bir oyuna indirgenen bir savaştı o. O savaşı aslında televizyon şirketlerinin kazandığını da biliyoruz. Nedense insanlık tarihi açısından gerçekleşen o çok önemli kırılma da zihnimde gezinip duruyor bu yazıyı yazarken.

Diyeceksiniz ki o bir savaştı. Savaşla olimpiyatların ne ilgisi olabilir?

Belki tam da burada günümüzde oyunun ve rekabetin ne anlama geldiğini tekrar sormamız gerekiyor. Günümüzde oyun ne anlama gelmektedir, bunu tekrar tekrar düşünmemiz. Bir araç mı yoksa bir amaç mıdır oyun?

Ekranda seyrettiklerim oyunun bir araç olduğunu söylüyor bana. Amacınsa her koşulda ama her koşulda para kazanmak olduğunu!

Olimpiyatların klasikten moderne, modernden medya ve teknolojinin zaferiyle taçlanan ‘yeni’ tüketim üslubuna teğellenen haline bakmak için söylüyorum bunu. Kısacası oyunun anlamının tamamen değiştiği yeni bir ‘olimpiyat ideolojisi’nden bahsetmek gerekiyor. Bir yandan aristokrasinin ya da üst sınıfların elinden diğer sınıfların eline geçen, halka sunulan, belli ulusların egemenliğinden küresel bir boyuta taşınan, ırk ve cinsiyet tanımaz ulusötesi bir çoğulluğun içindeymiş hissini veren bir gösteri de bu. İşin en cazip yanı da bu aslında. Bir dünya arenasında olduğunuzun size hissettirilmesi.

Gerçekten yaşanan bu mu sizce?

Bir diğer yandan bakıldığında (aslında) devasa şirketlerin tekelinde şekillenen ve neredeyse çarkların işleyiş düzeninin yeni bir yansıyış biçimi olan bir şovla karşı karşıyayız. Dediğim gibi benim kafamı bulandıran yer tam da burası. Olimpiyatların, sporcuların ve sporun araç haline getirildiği bir şova dönüştürülmüş olması.

İnsanın o dayanıklılığını bize sunan pek bir şey yok. Varsa yoksa kırılan rekorlar, kazananların hızla ekrandan akan sevinçleri, kısa kes Aydın havası olsun tarzındaki madalya törenleri, sürat, çabukluk ve bolca yakın çekim var bu gösteride. Kısacası sadece sonuç var. O da sadece galip gelen için. O da sadece küçücük bir andan ibaret olan madalya törenine kadar.

Gerisi yeni yarışlar, yeni yakın çekimler… Yavaşlatılmış çekimlerde bile gözetilen hızın yavaşlatılmış halinin estetiği ön planda, insanın sarf ettiği emeğin gerçek rengi ve yüzü değil.

Sporcuların ne kadar figüranlaştırıldıklarının farkına vardınız mı? Sahi kim onlar?

Sanırım büyük oyunun küçük birer parçası.

Büyük oyun ne mi?

Elbette çarkların yeni dünya düzenine göre hızla dönüş biçimi ve biz seyircilerin bundan aldığı tarifsiz (belki de çaresiz) keyif.