Olmak ya da olmamak

‘Empati kurmayı bilenler bilmeyenlere öğretebilir. Sonuç: Herkesin mutlu olduğu bir dünya olur. Her şey daha kolay olur.’

10 yaşındaki bilge dostumdan.
***
‘Abla sela veriliyor’ dedi genç oğlan. ‘Şehitlerimiz için’ derken ise başını öne eğdi.
Bir Pazar günü için, günün o saatinde sebze ve meyvelerin renkli ve taze dünyalarının içinde aramızda gezinen bu hüznün tarifini yapmakta zorlandım. Elimdeki karnabahara bakakaldım. Zihnimden bir sürü düşünce geçti. En çok geçenini cümlelere dökemediğim bir Pazar’dı.
Olmak ya da olmamak… Diyebilseydim, devamını da getirebilecektim… Cümlem buydu, ama diyemedim.
Elimde karnabahar topu, sözlerim bitmiş, rengin ve o tarifsiz hüznün ortasında dikilip kalmıştım.
***
Yeni yıla girerken ABD’li yetkililer vatandaşlarını yine uyardı. Sakın ha, Türkiye denilen o diyarda kalabalık yerlere gitmeyin, turistik mekanlarda dolaşmayın gibisinden notlar göndermişler. Ortadoğu ve Türkiye’de yaratılan bu cenderenin neredeyse baş aktörleri iken, kendi vatandaşlarına gösterdikleri bu hassasiyete, yine de, gıpta ediyorum. Bir Pazar gününe sığışan cümlemin ilk sözcüğü onlara gidiyor bu yüzden: Olmak. Her şeye ve herkese rağmen olmak. Oysa bizim de lügatımızda ‘Bring the boys back home’ (Evlatlarımızı geri getirin) biçiminde ağıtlarımız var, yaşama karılmış çok eski sözlerimiz gibi. Yaşama, gençliğe, vatana, en az sizler kadar önem veriyoruz. Ama siz siz olun ABD vatandaşları! Türkiye denilen o diyarda kalabalık yerlere dalmayın fazla. (Kalabalık olmayan nereyi bulabilirseniz artık.)
Ve buna karşı bir başka nokta Milli Savunma Bakanı’nın ‘DEAŞ’ açıklaması üzerinde yoğunlaşıyor. ‘Vatandaşına insan nasıl bakar’ın bir başka türü. ‘Ne yani öyle oturup bekleyecek miydik’ gibisinden bir açıklama bu. Bakanın bu ve bunu takip eden sözleri karşısında, karnabaharın karşısındaki hissiyatım depreşiyor. Yeni bir yıla girerken, milletçe umutlarımızın un ufak olduğu  masalsız cehennemlere kucak açmamıza yol açan ‘stratejik’ falsolar karşısında, ‘olmamak’ sözcüğü tak diye yerini buluyor. Türkiye denilen diyarda kalabalık neredeyse biz oradayız ruhu, hepimizin adı oluyor. Elbette açık hedef haline gelmiş olduğumuz da. Neden? Bunun cevabını, korkarım ki kimse bilmiyor.
***
Ama… Güzel şeyler de oluyor. İzmir Karabağlar Belediyesi gibi bir belediye var. Yoksul insanlar için tuhaf işlere adamışlar kendilerini! Oradaki halka, ki geçmişte olduğu gibi şimdi de çok göç alan bir yer Karabağlar, ücretsiz satranç ve İngilizce kursları gibi birçok kurs açıyorlar, Türkiye’nin dört bir tarafından yazarlar getirtiyor onların kitaplarını halka dağıtıyorlar, ya da yine ücretsiz eğitime yatırımlar yapıyor, kadınları kısa sürede meslek sahibi yapacak atölyeler sunuyorlar. Çift ve Aile Danışma Merkezleri, Engelli Danışma Merkezi, Çocuk-Ergen Danışma Merkezi, Kadın Danışma Merkezi, Yoksullara Destek Kartı ve daha neler neler. Üstelik hiçbiri de laf olsun, kağıt üzerinde görünsün diye değil. Karabağlar Belediyesi gerçekten çalışıyor!
Onlara şükran duygusuyla gelen halka, daha da tuhaf bir cümle ediyorlar: ‘Bunlar sizin hakkınız.’ Böyle diyerek, Türkiye’deki özlediğimiz sosyal belediyecilik anlayışının hayata kavuşmasına da destek oluyorlar.
Başta Karabağlar Belediye Başkanı Muhittin Selvitopu olmak üzere o güzel insanları tanıdım. Var OLSUNLAR.
***
Ve bir çocuk kitabı. Yetişkinler de okusun isterim. Samed Behrengi’nin Sevgi Masalı. Bilgi’den çıktı. Kendini pek bir şey sanan el bebek gül bebek bir prensesin sevgi ile karşılaştığında, nasıl da o derin kibrinden arındığını anlatıyor. ‘Ah Behrengi ah’, dedirtiyor insana masal.
Peki ya masaldaki sevgi? Bence her eve lazım. Çocukları bilinmez bir savaşa gönderenlere ise, daha çok. Televizyon ekranlarında sürekli boy gösteren strateji uzmanlarına falan da. Sonuç mu? Genç bilge arkadaşımın (abla sela veriliyor diyen değil, empati üzerine konuşan) dediklerine bir de bunu ekleyelim: Sevgiyle de her şey daha kolay olur. Bol keseden savaş naraları atamazsınız, örneğin.