On yıl sonraki Türkiye

Türkiye’nin gelecek on yıl içersinde dünyada başı çeken ülkelerden biri olacağı ileri sürülüyor. Bu coğrafyada yaşayan bizlerin hemen her zaman içini hoplatan bir cümledir bu! İlk on ha! Bir zamanlar Japon mucizesine ereceğimiz ve ‘geleceğin’ ülkelerinden biri olacağımız söylendiğinde de heyecan duymadığımızı iddia edemeyiz. Benzer refleksler taşıdığımız aşikâr: Kimimiz ‘nerde, ilk on kim, biz kim!’ demekle haşır neşir, kimimizse ‘bu bir komplo, komplonun daniskası’ diyerek herdaim olduğu gibi bu sıralamayı entrikacı ülkelerin yaptığını ve Türkiye’nin kuyusunun kazıldığını savlamakla meşgul.

Daha ermiş cümleler sarf edenler de var. ‘Bak Türkiye iyi yolda, tuzağa düşmeyelim’ diyenler. Ancak burada kafaları karıştıran husus, bu cümleler karşısında millet olarak duyduğumuz naif heyecan ya da bu tür cümlelere verdiğimiz kinayeli, dalgacı, şakacı üsluplar değil. Bu ‘ilk on’ hadisesinin hangi göstergelere referans verilerek söylendiği kesinlikle çok daha önemli. Açıkçası giderek anti-demokratikleşen, ataerkilliğe ve teksesliliğe tapınan, tutuculuğu kılıflara sokup çıkaran, dogmatik, kendi gibi olmayana tahammülsüz, bu uğurda gerçekleşmesi olası bütün şeffaflaşma hareketlerini derhal bertaraf etmeye meyilli bir dünya sistemi ve bu sistemin içersindeki ilk ondan bahsediyorsakö Hayır ilk onda olmanın hiçbir alemi yok!

Gençlerin protestolarını ve bu protestoların yarattığı yıkıcı sonları izlerken sürekli olarak bu ‘ilk on’ mevzusunu düşünüp durdum. Gelecek on yılda egemen ülkeler gençlerinin seslerini dinleyecekler mi dersiniz? Gençlerini, kadınlarını, bünyelerindeki farklı kimliklerdeki insanları? Kuşkusuz çok kültürlülüğe vurgu yapacak, cinsler arası eşitliğe ve emeğe saygı duyduklarını hep söyleyecek , hatta bu uğurda anayasalarını tertipleyeceklerdir. Ama kazın ayağı hiç de böyle olmayacaktır. Hayır, hiç sanmıyorum. İşler biraz sıkışınca tüm bu grupları amatörlükle, dünyayı rahatsız etmekle, hatta iyi aile terbiyesi almamakla suçlayan, tek tip insan hayalini pompalayan ülkeler olacaktır onlar, başarıyı yakalamış şu zirvedeki ülkeler!

Gelecekteki on yıl içersinde başı çeken ülkelerin arasına girmiş bir ülke düşünelim şimdi: örneğin X’i! Orada bir sokak gösterisi. Bir eylem olacaktır ve hamile bir öğrenci karşılaştığı şiddet sonucunda bebeğini düşürecektir! Sonuç: Protestocu hamile öğrencinin, böylesi bir protestoyu niçin gerçekleştirdiği değil, hamileyken protestoya katılıp katılamayacağı tartışılacaktır. Bu akıllara ziyan bir tartışma olmayacaktır da sistemin işleyiş biçimi olacaktır. öte yandan, örneğin ilk ona girmeyi başarmış bir ülke olan Y’de, yumurtalı bir öğrenci gösterisinin arkasından, fatura dekana ve rektöre çıkarılacaktır. Bu da sistemin bir işleyiş biçimi olacaktır. ‘İlkokuldan bu yana monolog telkinlerle ve özgüvensizlikle eğitilen bir kitlenin protestosu da böyle ciddiyetsiz olur işte’ denilecek ama buna karşın bu gençler hakkında ciddi soruşturmalar açılacaktır. Bu öğrencilerin diğer toplumsal konulara son derece haiz ve her şeye kadir protestocular olmaları da gerekmez; bu da onların ayrıca eleştirilmelerine yol açacak ama ne tuhaftır ki gelecekteki on yılın ilk ona girmiş olan ülkelerinden biri olan Z’de, üniversite okuyan bu gençler bulundukları okullardan atılacaklardır. Kısacası, protesto biçimi sorun arz etse de ‘Bu insanlar niçin rahatsız?’ sorusu en ihtimam gösterilmesi gereken soruyken olgunun ‘vay edepsizler’ noktasına taşınması da çok normal bir süreç olacaktır.

‘Aman efendim dünya genel sıralamasında temel ölçütümüz toplumsal olaylar değil ekonomidir’ diyenlere gelince… Bugün dünyayı sadece para merceğinden gören insan topluluklarının yaratılması elbette rastlantısal değildir. Eğitimde de böyledir, gündelik yaşamda, medyada da… İnsan emeğinin bir mala indirgenmesi de tesadüf sayılamaz bu yüzden. Gelecekteki on yılın ülkelerinde gözünün yaşına bakmadan insanlar kapı önüne bırakılacaktır. Bilgiyi, dolayısıyla hiyerarşik düzenlerin mayasını elinde tutan şu güçlü ülkelerdir onlar… İlkeleri de bellidir: Her şey kazanç ve rekabet için olmalıdır!

Kısaca bize yaramaz bu ilk on!