Ordum: Zaafım

1100 Nazi savaş suçlusunun adalet önüne çıkarılmasına yardım eden Simon Wiesenthal’in dünyadan göçüne denk düşen bir zamanda bitirdim Love My Rifle More Than You (En Büyük Aşkım Silahım) adlı kitabı. Wiesenthal’ı hemen anmamın nedeni, okuduğum kitabın sisler altındaki karakterleri olan nice adsız Iraklının -kadersiz ve masum Iraklının- ölümünü hesaba katmamam değil; biz ölümlülerin, “sahiden” hesap sormuş olmanın rahatlığıyla, kursağında hiçbir burukluk kalmaksızın ölümle nasıl buluşabileceğine imrendiğimden. Belki de şu yüzden düşünüyorum Wiesenthal’ı: Çağımızın en büyük sorunu olan ırkçılık karşısında sağlam bir politik muhalefet oluşturulamıyor. Çağımız, gündelik hayat telaşı içersinde herkesin herkesten hesap sorması ve kendince ilahi adaleti araması gibi bir başka felaketle haşır neşir. Herkesin kendi akları ve karaları çerçevesinde var ettiği dünya düzeni ve bu dünya düzeninin gereklerini en haklı, en yaygın ve en politik  biçimde yansıtmaya çalışması…

Kayla Williams’ın Love My Rifle More Than You adlı kitabı, dünya üzerinde bunu en resmi ve en meşru biçimde kendine yontan ülkenin müreffeh dört şeritli yollarının kenarında biten aykırı katırtırnakları gibi duruyor başlangıçta. Williams’ın verdiği röportajlarda da bu yabani sarı tonu hissediyor okur. Ancak kitabın başına oturduğunuzda bu istihbarat subayının asıl derdinin “maço bir ordu ve hükümet” eleştirisinden çok bir kadının iç hesaplaşması olduğunu anlıyoruz. Bu iç hesaplaşma aksı üzerinde ilginç motifler de yok değil. Önce kendisinin ne Jessica Lynch (savaş kahramanı kadın asker-2003 Kasım ayında Time’a kapak oldu) ne de Lynndie England (Abu Garip’te patlayan skandalda Charles Graner’le birlikte başı çeken ve hakkında sayısız dava açılmış olan kadın asker) olduğunu vurguluyor. Ardından bu iki uç örnek dışındaki kadın askerlerin iki temel kategoride ele alındığını söylüyor Williams: pasaklılar ve kaltaklar…

Yüzde on beşi kadın nüfusundan oluşan bir toplulukta kadın bedeninin, yer yer sadece cinsel bir meta olarak algılanışına dair ilginç diyalogları da katmış kitabına bu istihbarat subayı. Ordunun savaş zamanlarında bünyesinde barındırdığı kadın askerlerin konumunu (Vietnam’da Amerikalı hemşireler için de geçerliymiş bu) sözlüklerde bulunamayacak ama askerler arasında çok yaygın olan bir terimle açıklıyor: Queen For A Year (Bir yıllık Kraliçe sefası). Bu sefalı dönem, en cazibe yoksunu kadının bile en cazip kadın ruhuyla ortada salınabileceği bir dönem anlamına geliyormuş. Williams, bu açıdan bakıldığında, Irak’taki savaşın Amerikalı kadın asker için en önemli anahtar kelimesinin cinsellik olduğuna inananlardan.

“Trainspotting” filminin esini ve ilk gençlik döneminin iniş çıkışlarıyla bir müddet Punklığı deneyen, bir ara sokaklarda “Kahrolsun Reagan” diye bağıran, ardından Ürdünlü Müslüman bir genç olan Tarık’la ciddi bir aşk yaşayan, bu aşk sayesinde Arapçayı öğrenen, sonrasında Tarık’tan ayrılan, bu yüzden çok pişman olan, hayatın engebelerinden bunalan ve derken 2000 yılında orduya katılan orta sınıf bir Amerikalı Williams. 2003 yılının Şubat’ından 2004 yılının Şubatına kadar önce Kuveyt, ardından Irak’taki görevi sırasında köpekleri Karma ve Kinski’yi, pizza ve dondurmayı, bol yağlı omletleri, şarap, bira ve patlamış mısırı, televizyonu, parklarda yürümeyi, alışveriş yapmayı, araba kullanmayı, klimayı özlüyor. Çöle bakıp bakıp, tipik bir Amerikalının yağmur ve rüzgarın hızına göre çeşitlendirdiği hallerini bu çöl kumlarının günün zamanına göre renk ve biçimlenişi üzerinden düşünmeye çalışıyor. Çöle düşen kan, zaaflar ve tercihler konusundaysa susmayı yeğliyor… Ebu Garip’te yaşananların birçok yerde yaşandığını bilse de…susmak. Ya da, daha kolayı, hiç yokmuş gibi davranmak.

Kadın askerlerin kolay kolay piyade ve tank subayı olamadığı Amerikan ordusunda, bir istihbaratçı olarak en önemli görevinin sivillerle kurduğu ilişkiler olması gerekirken, Irak halkı üzerine çok az değerlendirme var kitapta. “Biz kadın subaylardık ve onlar, özellikle Iraklı kadınlar ve kız çocukları, masum ve utangaç gülümserlerdi bize” diyor bir yerde. Yanlış yerde ve yanlış zamanda oldukları için ölen Iraklılardan bahsediyor -kendi varlığının yer ve zamanının yanlışlığını “hep” es geçerek. Öyle ki 2004 yılında ülkesine geri döndüğünde eleştirdiği kendi toplumunu “bunlar için miydi; bu hissiyatsız toplum için mi; bu pullu abes kıyafetleriyle ortalıkta dolaşan, süpermarkette arabalarıyla bana çarpıp duran ve Jennifer Lopez’e takmış bu tuhaf topluluk için mi” biçimindeki yakınmaların sonunda şu noktaya varıyor: “Onca genç sizin için mi öldü yani?”

Williams’a göre dünyanın çivisi çıkmış. Ancak hâlâ onu anlayanlar var. Örneğin gittiği rock festivalinde 150 bin hippinin boy gösterdiği bir meydanda insanlar ona şöyle sesleniyor: “Heyy… teşekkürler… Sizler gerçekten büyük işler yaptınız orada… Çok sıkı iş çıkardınız! Müthişsiniz!”

Bu sözlerden çok gurur duyuyor Williams; 90’lı yıllarda “satın ruhunuzu, hükümete satın, bakalım nereye kadar!” eleştirilerinin yerini bu yeni ünlemlerin almasına biraz şaşırıyor ama bunun yeni dünya düzeni olduğunu serinkanlı bir biçimde de biliyor ve buna samimiyetle inanıyor -bir de bizden buna inanmamızı istemese…

 

Kayla Williams, Love My Rifle More Than You—Norton Yayınevi-2005