Özgürlük

“Benim için, şimdi sonsuzdur, sonsuzsa durmadan değişir, akar, erir. Geçip gittiğinde artık ölmüştür” diyor Sylvia Plath ‘Günlükler’inde (çev: Merve Sevtap Ilgın, Kırmızıkedi Yayınevi)

Böyle derken kocaman bir çağın insanların dünyasından çekip aldığı ‘anlamı’ yeniden düşünmemizi istiyor sanki. Aslında her şey son derece net. Maksat insana şimdiki zamanın içindeki gerçek gücünü, yetisini unutturmak, olup bitenlere karşı onu aciz, çaresiz hissettirmek. Öyle ki şimdiki zamana dair gerçekte hiçbir şey kalmıyor elimizde. Çağın insanı en tutsak kıldığı yer tam da burası oluyor zaten.

İnsanı şimdiki zamanına ait kıldırmamak; onu, sürekli borçlandığı bir dünyada (örneğin kredi borçları!) geleceğin hedefleriyle oyalamak esas. Ama bu arada şimdiki zamanı varmış gibi hissettirmek de oyunun bir parçası. Sanıyorsunuz ki çok zamanınız var. Sonsuz bir eylemlilik gücünüz var. Oysa geleceğe kilitlenmekten başka hiçbir şey yapmadığınız o şimdiki zaman dilimi bir çırpıda bitiyor. Ve sonra bakıyorsunuz ki hiçbir eylemi hayata geçiremediğiniz o şimdiki zaman ölmüş, gitmiş, bitmiş. Dahası bütün amaçlar bir araç hâline gelmiş, getirilmiş.

Peki bu ne demek?

Vadeli hesap…

Diyelim ki bir madencisiniz ve iyi bir hayatınız olsun istiyorsunuz. Bunun için size sunulan çerçeve köle gibi çalıştırılma esasına dayalı bir hayat. Sürekli borçlanıyorsunuz, borçlandırılıyorsunuz. Çünkü gelecekteki hayaliniz, çocuklarınızı okutmak, bir ev satın almak, emekliliğinizde rahat etmek… Böyle bir anlamı olduğunu düşünüyorsunuz hayatınızın. Bu yüzden size ne deseler yapmak zorunda kalıyorsunuz. Şimdiki zamanın içerisinde yaratmak istediğiniz ‘insan gibi yaşamayı’ hep geleceğe havale ediyorsunuz.

Hayalleriniz gelecek için, umutlarınız da. O yüzden sonsuz gibi gözüken şimdiki zamanınızı sürekli olarak geleceğe yatırım yaparak erteliyorsunuz. Erteleme, kendinize dair hemen hiçbir anın olmayacağı anlamına geliyor. Ama siz buna bir türlü inanmak istemiyorsunuz. Tutsaklık günlerinizi çentik atarak sayıyorsunuz. Yeryüzünde de yeraltında da bir tutsaksınız aslında. Sanıyorsunuz ki gelecekte, diyelim ki o kredi borçlarınız bittiğinde özgür olacaksınız. Oysa özgürlük gelecek zamanın değil, şimdiki zamanın işidir. Umut da. O umuttan besleyebileceğiniz anlam da.

Sanıyorsunuz ki, şimdiki zamanda patronun size dayattığı oy pusulalarını imzaladığınızda geleceğiniz teminat altına alınacak. Sanıyorsunuz ki gelecekteki evinizin (şu TOKİ evlerinden biri, örneğin) hayalinde bu da bir tuğla olacak; rüyalarınızdaki huzur, size dayatılanlar ve sizin hep evet demek zorunda kaldıklarınızla sağlanacak…

İnanıyorsunuz ki mutluluğun anahtarı bu. Bir gün rahata ermek.

Oysa o bir gün hep erteleniyor. Bakıyorsunuz ki siz de bu kurala uymuşsunuz. ‘Allah izin verirse 10 yıl sonra’ diyorsunuz, ‘ömrüm yeterse 15 yıl sonra’ diyorsunuz… Ömrünüz taksitlere bölünmüş vadeli bir hesap sanki. Ve ilginç olan, o ömrü siz çoktan başkasının hesabına devretmişsiniz.

Yaşamınızdan o anda çalınanları, kendinizden çalınanlara bile bile verdiğiniz rızayı düşünmekse artık aklınıza bile gelmiyor.

Ve geri kalan bizler de, yani hemen hemen hepimiz, sizler gibiyiz. Şimdiki zamanlarını sadece gelecek zamanın üzerine kurgulayan bizler. Buna razı olmuş kurbanlar.