Şarkıcılar

‘İnsan toprağın içinde neler olup bittiğini bir bakışta göremiyor olsa da, filizlenen, açılan, büyüyen, bizlerin bir parçası olacak olan tohumlar vardı orada. Görünmeyen ama var olan şeyler.’

LauraEsquivel, Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu, Can Yayınları, çev. İnci Kut
Bir kadın polisin öyküsünü anlatıyordu kitap. Kadının bir cinayete tanık olmasıyla başlayan macera, sayfalarla akıp gidiyordu.
‘Çayını tazeleyim mi?’
Başını kaldırdı. ‘Tamam’ dedi.
Aylardır bildiği o yüz, çaycının mahzun garsonu, dert babası haliyle tepesindeydi yine. Yanlarından moralsiz bir tramvay daha geçti. Bir de o şarkı:
‘Değdi saçlarıma bahar gülleri’
Ve sonra şarkıda en çok bildiği o sözler geldi:
‘Nazende sevgilim yâdıma düştün’
Garson çayını getirmek için kaybolduğunda şarkının izini daha rahat takip etti. İlerde, kilisenin orada gençten üç oğlandılar, sessiz sessiz söylüyorlardı, gözlerim yoldadır kulağım nefeste… Ellerinde darbuka, saz, gitar, ben seni unutmam en son nefeste, gurbette sevgilim aklıma düştün… Yanındaki masalardan tek tük kafasını kaldırıp o yöne bakanlar oldu, bir iki kedi daha, belki ilerdeki ayakkabı dükkânından yeni çıkmış birileri. 
Bu sıcak sert rüzgârda onlar başka bir şarkıya geçmişlerdi bile. Daha yavaş, kimsenin pek bilmediği, üzerlerindeki cılız ilgiyi tümden kaybedecekleri çok hüzünlü, esasen güne pek uyan bir tınıydı bu. O saate, okuduğu kitaba, birazdan masasına çay getirecek garsona, yan masalardaki sessizliğe, mırıl mırıllığa çok uyacak bir müzik. Tam da bu yüzden kimsenin umursamayacağı bir şarkı!
Sahiden de yanındaki masalar eski kuytularına geri dönmüş, bir gün önce ilan edilmiş OHAL’ikısık kısık konuşmaya dalmışlardı. O ise, yapacak başka bir şey bulamadı ve kitaptaki kahramanı Lupita’ya geri döndü; Lupita’nın o korkunç cinayete tanık olduktan sonra, kafa dağıtmak için ütü yaparkenki haline:
‘Lupita farkında değildi ama yaptığı ütü, başka zamanlardan farklı olarak hoyratça ve beceriksizceydi… Bu dünyadan yok olup gitmeyi, kendisi olmaktan çıkmayı arzu ediyor ama bir yandan da ölmekten müthiş korkuyordu. Her an aklını kaçırabileceğini, tamamen çıldırabileceğini sezinliyordu. Ütüyü fişten çekip bir yana bıraktı.’
İşte tam bu sırada olan oldu zaten. O esnada garsonun ayağı OHAL’iusul usul konuşanların taburesine dolanmış, elindeki çay bardakları şangur şungur yeri boylamıştı. Lupita ütüyü fişten çekmiş ve kilisenin önündeki oğlanlar başlamışlardı nar danesi danesi seviyom bir danesi demeye. O sırada, yani Lupita, ütüyü fişten çektiği sırada, tramvayın içine doluşan ne olursa olsun neşesini yitirmeyen kadınlar ordusu, canları limonata çektiği için tramvaydan kendilerini zor atmış ve limonatayı unutup başlamışlardı bizim oğlanlarla birlikte dans edip şarkı söylemeye: nar danesi danesi de.. 
Ve hatta, sigaralarını fişekleyerek, caddeye, ülkeye ve dünyaya göz kırparak demişlerdi ki:
Yap-ra-ğı-na gül bağladım!
Ve sonra bir tanesi, muhtemelen Lupita’ya çok benzeyeni, koşmayı, gökyüzüne bakmayı, dans etmeyi, yün örmeyi, gevezelik yapmayı çok seveni, hatalarıyla barış ilan etmeyi bileni, gerekene haddini bildireni, gerekmeyeni umursamamayı öğrenmiş olanı, saçları o yapışkan havada bile uçuşanı, güzelim kadın, ‘gençler beni takip edin bakalım’ diyerek mikrofonu eline alıp (vallahi) başlamıştı ahaliyi coşturmaya:
Muhabbet bağına girdim bu gece.
OHAL, olmuştu sana bu hal.