Sav Gitsin

Şu sen

İçinde darağaçları büyüten

(Tekin Gönenç, ‘Karanfil Sesleri’nden.)

Bir kadın bir karakolda iki polisten dayak yiyor. Buna tanıklık eden başka bir polis kılını kıpırdatmıyor. Hep bekliyorsunuz ki bir müdahale gelecek. öyle diye diye ipler kopuyor, kadın siliniyor; öte yanda ne şiddet bitiyor ne de polis.

Sonra savcı devreye giriyor. O da ‘gerekeni’ yapıyor; dut yemiş bülbül oluyor. Polislerden hiçbiri hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ vb. tarzında en ufak bir tutanak tutulmaksızın, yargıya intikal olmaksızın baştan savma sütten çıkmış ak kaşık adaleti yerini buluyor.

Savsaklanan hayat kaldığı yerden devam ediyor.

Vicdan? Onu kim ne yapsın?

Vicdan, sokak aralarında zehirlenmesi haklı gösterilen bir sokak köpeği gibi, çaresiz, hazin sonunu bekliyor.

Olaylar olup biterken ben o polislerin aralarında konuştuklarını merak ediyorum. Elbette savcının da.

Hani olur a evlerine gittiklerinde yerini bulan ‘adaletin’ rahatlığıyla evdekilerin yüzlerine nasıl baktıklarını filan.

öyle iş güç derdindeyken değil; sokakta yürürken, arkadaşlarıyla laflarken, yapılan zamlara kızarken hayata nasıl baktıklarını.

Kâbus gibi bir şey bu: İki yasa koruyucu bir kadını karakolda dövüyor. Kurbanlaştırdıkları bir kadına hep birlikte uyguladıkları şiddetin varlığından haberdar mıdır yürekleri? Bir vicdan azabı duymakta mıdırlar? Yoksa ‘biz gerekeni yaptık’ deyip hayatlarına kaldıkları yerden, hiçbir şey olmamış gibi devam mı edeceklerdir? Karakoldan çıktıktan sonra ‘ne gündü ama’ deyip karşılıklı birer çorba mı içmişlerdir? Hiçbir şey olmamış gibi o günkü maçtan konuşmuşlar mıdır, örneğin? Sonra sessiz ve sakin evlere mi dağılmışlardır?

Dahası var. Bundan on, yirmi yıl sonra bugünleri andıklarında ‘ne kadar dürüst, ne kadar hizmetlerine sadık, ne kadar çakı gibi, ne kadar hem de ne kadar’ olduklarını mı mırıldanıp duracaklardır gençlere, ‘hadi amma uzattın at şu elindeki kağıdı’ diye yüzlerine sert sert bakan gençlere, şu pişpirik oynadıkları kahvelerde?

Ya o şimdiden saçlarına geleceğin ‘görül-müştür’ akları düşmüş olan beyaz saçlı polis? Şiddet karşısında yaşadığı yok saymanın, sessizliğin yapılan şiddete yönelik bir itaat olduğunu hiç düşünmüş müdür? Düşünecek midir?

Ya savcı? Baştan savdığı bu davanın şiddete verilen bir rıza olduğunun farkında mıdır? üstelik kendi eliyle kotardığı bu edepsiz sonun sadece kendisinin değil, adaletin şiddete verdiği rıza olduğunu?

Ya bizler? Böylesi bir davanın, ya da buna benzer davaların şaşkınlığı içinde olan bizler. özgürlüğün iyileştirici gücünü anlamak arzusundaysak vicdanımızla bakmanın usulünü yeniden hatırlamak ve öğrenmek durumundayız.

İhtiyacımız olan vicdandır. ‘Bu vicdansızlıktır’ diyebileceğimiz içimizdeki ses.