Seçimler ve Deyimler

Bundan üç yıl önce Açık Radyo’da Sabun Köpüğü programını yaparken metnin spotuna “Akıntıya karşı iğneyle kuyu kazmak” demiştik perspektifimizdeki vahameti vurgulamak için. Buradaki ince espri ne yazık ki anlaşılamamış (anlaşılanlar ve anlaşılamayanlar, bu da ne berbat bir savruluştur!) ve kendini dil avcısı ilan eden zatlardan biri tarafından, bu işlerden sorumlu kişilerden birine şikayet edilmiştik. O da sağolsun, “Gençler! Akıntıya karşı kürek çekilir, iğneyle kuyu kazılmaz!” diye bizi uyarmıştı köşesinden. Böylece gençlerdeki dil yoksunluğu bir kez daha vurgulanmış, “ne olacak Türkiye’nin bu hali”durumları da haliyle bir parça daha  ivme kazanmıştı.

***

Gelelim bugüne… ABD’deki seçimler yeni bitmişti ve  hemen her seçimin arkasından ettiğim ve artık budalaların sarfettikleri kategorisinde incelenecek o sözcükleri sıralamıştım ben de: “Keşke bu para daha hayırlı bir yerlere gitseydi…” Tam da o anda, yukarda sözünü ettiğim, o öğüdü bol nahoş anıyı hatırladım. Ama bu hal o haldi işte! Bush iktidarı ve onun “bir dört yıl daha hükmü”ne bağlı akıntıya karşı yapılacak tek şey iğneyle kuyu kazmaktı! Üstelik iş bu iktidardan dalga dalga yayılıp her yanımıza sirayet edecek olan o banal sergüzeşt söylemine nasıl katlanıp katlanamayacağımızla da ilgiliydi.

Sahiden de ne olacaktı bu halimiz… Ama Allah için İnsan Hakları vardı ve onların ışığı altında varolabilir, soluklanabilirdik. Hele şu soruları sormazsak işimiz kolaydı, hem de çok -tereyağından kıl çeker gibi yani! Ama bir de sormaya başlarsak, işte o zaman buyrun iğneyle kuyu kazmaya: İnsan Hakları mı dediniz? Bu hakları kim saptar? Bunları ahlaki ve hukuki açıdan yetkin kılmak kimin yetkisi altındadır? Bir dizi hak bir diğer dizi hakla toslaştığında hangisi geçerli olur ve bu geçerliliği sabit kılmak kimin yetkisi altındadır? Mutlak mıdır elimizdeki haklar yoksa kullanıla kullanıla eprime özelliklerine sahip midirler ve eprimenin hangi ölçüsüne kadar? Bu ölçüye kim karar verir?

Asıl soru ise çoğumuzun bildiği gibi -hâlâ- şudur: Kim ama kim, insan haklarını kullanmaya haizdir?

Yanıt herkestir, hiç kuşkusuz. Aman gelin görün ki bu asıl sorunun yanıtı olan herkes “hemen hemen” hepimizi içine alan bir durumdur -herkesi değil. Kısacası “neredeyse herkes!” Ya bunun dışında kalan ve asıl çoğunluğu teşkil eden “azınlıklar”? Gençler -ve hatta yaşlılar-, kadınlar, deliler, cezaevindekiler… Aklar ve karalar üzerine medeniyetler kurmanın hayaliyle daha şimdiden zafer sarhoşluğu yaşayan sıradan aklın dünya üzerindeki varlığı karşısında içlenip duranlar. Aklar ve karaların hegemonyası karşısında şaşırıp küçük dilini yutup dilsiz kalanlar. Fakirler. Arkalarından bindiren hızlı çok hızlı, siyah James Bond ciplerin ak uzunlarıyla en köhne şerit olan sağ şeritteki yerleri hatırlatılanlar. Bu yüzden ölenler. Küçük çocuklar. Özel okulların ihtişamının öğretmensiz, dersliksiz köhneliğine sığınmak durumunda kalanlar. Ve dahası üçüncü dünyalılar. Mezarını bile seçmekten yoksun bırakılanlar. Birilerinin onlar için seçme ve seçilme hakkını kullandığı haksızlar…

***

Şimdi ne yapacağız? Ya ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız ya da kulağımızın çekilmesine inat akıntıya karşı, akıntıya rağmen nehir toprağına iğneyle kuyu kazacağız!