Seçimsizlik

Bu hafta İstanbul Film Festivali’nde ilk olarak Sıfır Teorisi adlı filmi izledim. Yönetmen Terry Gilliam gelecekte dünyanın ne hâle geleceğini perdeye aktardığını söylüyor. Bir bilgisayar dâhisinin kendi yalnızlığında varoluşsal sorulara aradığı yanıtlar üzerine kurgulanmış bu ilginç filmde geleceğin Londra’sı karşımızda duruyor. Ve insana, bu hâliyle, ‘yok kalsın!’ dedirtiyor. Aslında bu gidişle varacağımız yer üç aşağı beş yukarı orası. Galiba temel sorun o boşluğa nasıl varacağımız ya da oraya nasıl alışacağımız değil, o boşluktan nasıl kurtulacağımız, nasıl kendimiz olacağımız sorunu.

‘Dünyanın gelecekte nasıl çarpıklaşacağını aktardım’ diyor Gilliam. Aslında dünyanın nasıl da çarpık bir hâlde seyrettiğini ve bundan sonra varabileceği yerleri fark etmek için geleceğe bakmaya da gerek yok. Şimdiki zamanımız bunun ipuçlarıyla dolu. Seçimsizliklerimiz bunda başrolü oynuyor. Seçimsiz kaldığımız müddetçe yokuz.

Olmayan seçimler

Tesadüf mü bilmem. Filmi izlediğim esnada elimde gezdirdiğim bir kitap vardı. Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ı. Okuduysanız, bir defada okunup bitirilecek bir kitap olmadığını da biliyorsunuzdur.

Kitaba yaptığım bu seferki yolculukta yine birçok bölüme takılıp kaldım. Seçim bölümü de onlardan biriydi. Özetlemek gerekirse; bir köyde muhafazakârlar ve liberaller çekişmektedir. Muhafazakârları destekleyenler mavi oy pusulalarını, liberalleri destekleyenler kırmızı oy pusulalarını kullanacaklardır.

Seçim son derece olgun bir havada geçer. Kitabın bir sürü karakterinden biri olan Aureliano, kayınpederi Yargıç Don Apolinar Moscote’nin bu konudaki çabalarına bizzat tanık olur. Kimsenin bir defadan fazla oy kullanmaması için sandık başından bir dakika bile ayrılmamıştır kayınpederi. Akşamüstü oy verme işlemi bitince kayınpeder sandığı mühürler, etiketler ve imzasını da basar. Buraya kadar her şey çok adaletlidir. Sonrası ise biraz, ne derler, karışıktır. O gece damadıyla domino oynarlarken bir çavuşa sandığın mührünü kırıp oyları saymasını söyler kayınpeder. Sandıktan hemen eş sayıda çıkmıştır oylar. Gelin görün ki çavuş sandıkta yalnızca on kırmızı oy pusulası bırakır ve farkı mavi oylarla tamamlar. Sonra sandık yeniden mühürlenir ve başkente böyle gönderilir. Ve bu çekişme sonunda muhazakârlar kazanır.

Kazanan kim?

Aureliano’ya göre bu durum karşısında liberaller savaş açacaktır! O esnada kayınpederi olanca dikkatini domino taşlarına vermiştir. ‘Oyları değiştirdik diye bunu söylüyorsan, hiç meraklanma, savaş açmazlar’ der. Ve ekler: ‘Kimsenin bir diyeceği olmasın diye birkaç kırmızı pusula bıraktık.’

O zaman damat muhalefette olmanın zararlarını kavramaya başlar. ‘Ben olsaydım’ der, ‘Bu oylar yüzünden savaşa giderdim.’

Kayınpederi gözlüklerinin üzerinden onu süzer:

‘Daha neler!’ der. ‘Liberal olsaydın oy pusulalarının değiştirildiğini bilemezdin ki.’

Sorun ne liberaller ne muhafazakârlardır aslında. Sorun insanların gidişat konusunda benzer biçimlerde hiçsizleştirilmeleridir. Buna çalışan sistemdir, bu sistemden beslenen insanlardır. Yüzyıllık Yalnızlık’tan Sıfır Teorisi’ne uzanan yoldaki insanın değişmez kaderidir bu. İnsanın hiçsizleştirilmesidir karşımızda duran.

***

Sayın Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun dileklerimle…