Ses ver ses

Cumartesi günü İstanbul Kadıköy Tepe Nautilus’ün önü ana baba günüydü. Metro çalışmalarının ortalığı köstebek yuvasına çevirdiği yerde, kısaca modernizmin inşasının göbeğinde, insan sesi ve renginin hâlâ en önemli ses ve renk olduğunu anlatan görkemli bir görüntü vardı.

Kadınlar yine rengarenk, coşkulu, muzip, dikkafalı, taviz vermez, sapasağlam, sıcak, neşeli ve içtendiler. Bu coğrafyayı temsil eden kadınlardı onlar ve Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorlardı… Kadın, activist, anne, sevgili, dost, arkadaş, kızkardeş, halk, kısaca yaşamdılar. İstekleri Türkiye’nin boğazına kadar dayanmış, kadınları mağdur bırakarak ülkeye nefes aldırmayan durumlara artık son verilmesiydi. Kadınların şiddet görmemesi, öldürülmemesi, namus cinayetlerinin ve tacizin son bulması bu taleplerin başını çekiyordu.

Savaş karşıtı iki müthiş aktivistin elime tutuşturduğu düdükle aralarına karıştım ve Karadeniz kadınları ile birlikte yürüdüm. Onlarla coşkulu bir dere gibi akarken son dönemlerde üzerimize kâbus gibi çöken ne varsa hepsini, şayet biz gerçekten istersek söküp atabileceğimize dair bir umut belirdi içimde.

Yürürken etrafta biriken insanların yüzlerine baktım. çoluk, çocuk, kadın, erkek. İçlerinde istisnalar olabilir ama çoğunluk ilgiyle bakıyordu yürüyenlere. Belki merakla, ama küçümseyerek, korku ya da endişeyle değil.

Böylece yürüyüp gittik. Arada koştuk bile. Dere aktı gitti, hepimiz coştuk! Derenin başını çeken anarşist kadınların morlu filamalarıyla birlikte sahile kadar indik. Onlar da Karadeniz kadınlarına destek veriyordu. Birlikte yürüdüğüm Karadenizin İsyankâr Kadınları platformunun talepleri belli. Derelerine el sürdürtmeyecekler! Diyorlar ki hayatlarımız isyankâr, hayallerimiz büyüktür! Toprağımıza, suyumuza, kültürümüze, dilimize, kadınlığımıza, kısacası yaşamlarımıza sahip çıkmak için vadilerde, köylerde, bahçelerde, sokaklarda isyan ediyor ve direniyoruz… Bu isyankâr kadınlar, kadının ve doğanın sömürülmesinin birbiriyle çok yakın olduğunu düşünüyorlar. Hem doğa, hem de kadını sömüren zihniyet aynı diyorlar. ‘Kapitalizm, iktidarı, şirketleri ve işbirlikçileri ile yaşamımızı, yarattığı erkek egemen zihniyetle de bizleri yok etmeye çalışıyor.’

Onlar kim mi? Onlar Karadenizli kadınlar. Kimisi köylü, kimisi kentli. Vadilerindeki hidroelektrik santral projelerini protesto etmek için oturma eylemi yapan, nükleer santrallere karşı sapasağlam duran, şantiye taşlayan, dimdik duran, sistemin hoyratça ve kibirli işleyiş biçimine kafa tutan kadınlar.

ülke çapında desteklenmeleri gerekiyor. çünkü hidroelektrik santralleri sadece onların derelerini değil hepimizin yaşamını tehdit edecek bir ağ örmek üzere Karadeniz’de. Karadeniz sahil şeridi Karadeniz’in denizine çorap ördü, hiç değilse derelerini kurtaralım. Belki derelerden başlarsak (ya da devam edersek) bugün yazarların bilgisayarlarına, evlerine, cep telefonlarına, kalemlerine fütursuzca dalan sansür ve caydırma virüsünü de bir gün hep birlikte bertaraf etmeye gücümüz yeter.

Aşağıda platformun facebook adresini bulacaksınız. Karadenizli kadınların horon teperken söyledikleri gibi onlara ses verelim.