Şiddet kol geziyor

Yarım elmayla (Mac bilgisayarlar) gönlümüzü çalan o adam Steve Jobs, kaderimiz ‘hadi anacım’ borusunu çaldığında hepimizin gideceği o meşum yere giderken anlamlı işler bıraktı geride. Yeryüzüne kadir olabileceğimize dair bir hisle elimizin altına incecik dünyalar verdi. Ancak bunun çok daha ötesi mevcuttu bu içi dolu turşucuk el oyuncaklarında. ‘İsterseniz dünyayı değiştirebilirsiniz’ fikriydi bu. Ya da ‘inandıklarınızdan asla vazgeçmeyin, kim ne derse desin kalbinizin sesini dinleyin, pes etmeyin’ teması. Bu devirde bile her şeyi değiştirebiliriz duygusunun insanın içine enerji salan, genç ve zinde hissettiren müthiş salınımı bu. ‘Her şey’ nedir; bunun tanımını yeniden değerlendirmek gerekiyor, o ayrı konu.

Dünyadaki gençlerin 68 ruhundan esinlenen ama onu farklı bir ivmeyle karşımıza çıkaran değişim konusundaki istekleri, direnişleri çok kıymetli. Teknolojiyi dışlamadan, şiddeti ve sömürüyü karşılarına alabilmeleri ve yaşadıkları dünyanın daha iyi bir dünya olmasına çaba harcamalarını heyecanla izliyorum. Şili, İsrail, Yunanistan… Umarım insanlığın en önemli takıntısı olan ‘savaş’ fikrinin bertaraf edilebileceği yeni ılımlı dinamiklerin kodlarını ana-babalarının (benim kuşağımın ve bizden öncekilerin) düştüğü aklar-karalar-aklar-karalar tarzındaki açmazlara düşmeden çözer ve hepimize derin bir soluk aldırırlar.

ülkemiz bu anlamda müthiş bir potansiyele sahip. Ancak gelin görün ki hâlâ devlet-halk arasındaki o gerginlik sürüyor. Hadi o geçen günkü polis-milletvekili repliğini hatırlayalım: ‘Sen de kimsin, ben halkın temsilcisiyim, ben de devletim!’

Bu ne demektir sizce? ‘Ben devletim, her şey benden sorulur, halk umurumda değil’ demek. Değerli polis kardeşim, tıpkı milletvekilleri gibi sen de halk için varsın ve varlığının asıl nedenini halktan alıyorsun. Bir zahmet bunu hatırla artık. Temcit pilavının bile bir son kullanma tarihi vardır.

Tam bunları düşündüğüm sırada Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’in yaşamından çalınan onca zaman ve enerjinin ardından tahliye oldukları haberi geldi. Bir buçuk yıldır tutuklu ve içerdeydiler, bu zulmü görmelerinin nedeni ‘parasız eğitim’ hakkı için açtıkları pankarttı. Onurlarını rencide edecek bir sürü lekelemeye maruz kaldılar. ‘Ne o, sen öğrencisin pankart açamazsın, eğitimi protesto edemezsin!’ Bu hantal görüşün artık değişmesi gerekmiyor mu? öğrenci bunu üniversitede protesto etmeyecek de nerede protesto edecek? Kaldı ki parasız eğitim hakkı gibi doğal bir isteğin bedeli insanları cezaevine tıkmak mıdır?

Şunu sakın demeyelim: ‘Efendim biz gençken şöyleydik, böyleydik, bize şunu yaptılar, bunu yaptılar, böyle protesto edilmez, şöyle protesto edilir, falan filan.’ O günler geride kalmadı mı hanımlar, beyler? Şimdi birer yetişkin olma, yetişkin olabilmenin sorumluluğunu alma ve gençlerimize bize pek sunulmamış olanı (şefkati, özeni, dikkati) verme zamanı değil mi? Korkarım bu gidişle gençlerimizden daha yaşlı ama daha ham kalacağız.

***

Nobel Barış ödülü bu yıl üç kadın arasında paylaştırılacak. Liberya Cumhurbaşkanı Ellen Johnson-Sirleaf, Liberya’daki savaşı sona erdirme mücadelesi veren aktivist Leymah Gbowee ve Yemen’de demokrasi yanlısı eylemin önde gelenlerinden gazeteci Tavakkul Karman. Bu üç kadının ortak en önemli özelliği kadın hakları için ‘şiddete başvurmadan’ verdikleri mücadele. ödül, dünyadaki mücadelenin nasıl kendine yol bulması gerektiğinin de ipuçlarını veriyor. ödülün kadınlar ve demokrasi lehine mücadele eden insanlara verilmesi de çok anlamlı, dünyadaki kadın ve demokrasi sorununun ne kadar acil ve önemli olduğunun altını çiziyor.

Biliyoruz ki insan hakları ihlaline yol açan şiddet çağımızın en önde gelen illeti. Ona karşı mücadele etmenin en kıymetli yolu aynı dili üretmeden yola revan olabilmekten geçiyor. Bu çok zor bir çaba çünkü neredeyse yaşamımızdaki bütün aygıtlar aracılığıyla her an böylesi bir şiddetin kendisine doğru çekiliyoruz, ancak bu çabayı vermek tümüyle olanaksız değil. Habertürk Gazetesi’nin geçtiğimiz günkü manşeti de bu yüzden üzerinde ciddiyetle tartışılması gereken bir manşettir. Şiddeti şiddetin yolu, yöntemi ve diliyle çözemezsiniz, tam tersi onu bir kez daha üretirsiniz. özellikle medyanın buna çok ama çok özen göstermesi gerekiyor.