Sık kemeri!

Kardeşim sigarayı içmezsin, olur biter. Ne olacak?

Alkolü biraz daha az tüketirsin, olur biter.

Kalkıp da Porsche kullanacağına, gel FIAT, Volkswagen kullan ne olacak? Bunları kullan, biraz daha düşür harcamayı.

Sık kemerini sık…

Başbakan Erdoğan’ın dünyadaki ekonomik bunalıma Türkiye çapında bulduğu ve bir ihtimal dünyaya da yayılabilecek formüllerinden bazıları bunlar. Dünya çapında yaşanan büyük kriz düşünüldüğünde alınması gereken önlemler olarak da değerlendirilebilir. Ancak benim koptuğum bir nokta var, o da şu ‘kemer sıkma’ halleri. Bu anonimleşen ‘hal’ zihnimde bir sürü şeyi çağrıştırıyor. özellikle de yakın geçmişin toz ve dumanıyla gölgelenenlerini. Bildiğiniz gibi bu kemer sıkma işi Turgut özal’ın, vakti zamanında, ekrandan halka sesleniş konuşmalarındaki ana temaydı. Halkımıza bir ekonomi uzmanı olarak zenginleşmek adına neyi nasıl yapması gerektiğini uzun uzun anlatırdı özal. çocukluk belleği işte, kemer sıkma dendiğinde, özal’ın o cilalı formüllerinin açılımlarını değil, televizyon ekranı içinde dönenen bir Cross kalemin ışıltısını, o ışıltıya takılan ketum öneriyi hatırlıyorum. Kemer sık!

Bu altın ışıklar saçan Cross kalem, sarı zigzagların içersinde halka ekonomik yönden büyümenin yollarını sevimli sevimli aktarırken bir yandan halk, özellikle de memurlar ya da sabit gelirli insanların nasıl ayakta kalabileceğini coşkuyla anlatırdı. Kemer sık ey güzel halkım! Kemer sıkmak demek bütün sabit gelirliler için, yarın adına kefeni yırtmak demekti. Ardından ülke kurtulacaktı. Dahası da vardı. Cross kalemin helezonları içersinde oluşan korunaklı yuvarlaklarında ‘özel bir kesim’ bir eli yağda bir eli balda paraya para demezken, büyük bir kesim, nüfusun yüzde doksanı diye iyi bir tahminde bulunalım, yoksulluk sınırında debelenmeye devam etmek zorundaydı. Neden derseniz, ‘ekonomik denge’ diye bir şey vardı ama mutlu günler pek yakındaydı! üstelik Cross kalem cüretkârdı: ‘Benim memurum, işçim işini bilir’ diyordu. Büyük bir imanla kemer sıkılmalıydı! Zengin tayfa çok yoğundu, bu işi, işin erbabı olarak az gelirliler büyük bir ustalıkla yapabilirdi. Şıracının şahidi bozacı noktasına sürekli teğet geçerek hep aynı kutsal ninniyi söylüyordu Cross kalem: ‘Kısmet ise gelir Hint’ten, Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden?’ Ama bunun için de yapılacak tek şey vardı: Kemer sıkmak!

Ve gelelim bugüne: Neymiş? Artık Porsche, sigara, alkol kullanmayacağız, kemer sıkacağız. Sigara, alkol bir yana, hep bu satın alıp durduğumuz Porschelar yüzünden oldu bunlar. Ne uslanmaz Porsche takıntılı bir halkız biz yahu! Şimdi, o yüzden halk olarak kemer sıkma zamanı, zahmetsiz rahmet olmaz… İyi de köprülerin altından onca sular aktı, neden hâlâ kemer sıkan kesim sadece halk kesimi olmak durumunda?

***

Kemer sıkma denilince aklıma düşen geçmiş ve o ilginç geçmişle bu şekilde tokalaşırken Londra’daki gösterilerde başı çeken Türkçe slogan birçoğumuz gibi ilgimi çekti: Batsın bu dünya! Derken Orhan Gencebay’ın insanın bahtsızlığını anlatan o şarkısını mırıldanmaya başladım. Bu kemer sıkma politikasının nedense hep halkın sırtına binen vergilerle gerçekleşen manevraları karşısında ben de isyan etmekten başka çare bulamadım:

Ben ne yaptım, kader sana

Mahkum etti, beni bana

Her nefeste, bin sitem var

Şikayetim yaradana, şikayetim yaradana.

Şaşıran sen mi yoksa ben mi, anlayamadım

öyle bir dert verdin ki, kendime gelemedim

çıkmaz bir sokaktayım, yolumu bulamadım

Of…of…of…of…

***

Lisedeki gençler arasında yapılan ankette gençlerin namus ve dini değerlere önem verdiği ortaya çıkmış. öğretmenlere göreyse gençlerin önem verdiği bu değerlerin en-en-en başında para geliyormuş. Şaşıralım mı?