Sıralı ölüm

Nevruz günü bir arkadaşım hatırlattı bunu bana: Sıralı ölüm… Yaşamın eşiğinde duran, hem ölüme hem yaşama gerçekten saygılı, yaşamdan çok ölümün anlamını çözmüş ne güzel bir temennidir o.
Abdullah Öcalan’ın sözlerinde yatanı da sadece bu vaatle okudum. Umarım bu topraklarda artık ‘sırasız genç ölümlerini görmeyiz’ diyerek.
Arka planda yatan tüm sloganlar, geliştirilecek faaliyetler, egoların çatışması, yeni stratejiler, şunlar bunlar sadece bu sözle noktalandı kafamda. Evlere artık genç insanların ateşi düşmesin dileğiyle; nokta.
Bu tarihi mektubun ardından hop oturup hop kalkanlara ise yine ölümden örnek vermek istedim. Çağımızda ölüm düşüncesinin, umulanın tersine bir inancın değil, neredeyse bir inançsızlığın temsili olduğunu hatırlayarak. Savaşı isteyenlerin ölümü bir araç hâline getiriş biçimleri, şehitler, kanlar, gururumuz derken gerçekten ‘ölüm’ü kendi içlerinde hemen hemen hiç tasarlamadıklarını, daha da beteri onun anlamını gerçekte hiç idrak etmediklerini düşündüm.

Başkalarının ölümü…

Yaşadığımız zaman diliminde ölüm biraz da böyle bir şeydir aslında. Başkaları için tasarlanan, kişinin kendisini yabancılaştırdığı bir düşünceden ibarettir. Bir toprak parçasının ele geçirilmesi ‘projelendirilirken’ orada olup biteceklere nesnel bir mesafede durur savaşa susamışın zihnindeki ölüm. Ne de olsa başkaları ölecektir. Savaşları yönlendiren en feci düşüncenin arkasında da bu fikir vardır zaten: ‘Başkalarının ölümü’ fikri.
Oysa biliyoruz ki insanın kendi ölümlülüğünü fark etmesi yaşamdaki en büyük anlamı ifade eder. Belki de bu anlam o ya da bu şekilde bir son demek olduğundan insanların ölümle kurduğu bağ her zaman bir kaçış ve bir yerlere sığınma fikrini doğurmuştur. Bunun yarattığı gerginliği göze alabilmekse, vatan-millet-Sakarya nutuklarına sığınmaktan bin kat külfetlidir. Kendi ölümünü fark edebilmiş ve bununla yüzleşebilmiş tedirgin insanların, yaşamdan, savaştan, milli gururlardan ve kendinden emin insanlara göre daha az savaş istemesi de belki bu yüzdendir. Kendi ölüm ‘gerçeğiyle’ yüzleşebilmiş ve burada saklı olan anlamı, bu anlamda saklı olan yalınlığı çözebilmiş insan, başkasının kanından mülhem savaşlara kolay kolay evet diyemez.
O yüzden arkadaşımın ‘sıralı ölüm’ sözü, bu kez bende salt hümanist bir düşünceyi değil, çok daha gerçekçi, ayakları yere basan bir düşünceyi, insanın tamamen kendisiyle yüzleşebilmiş olması fikrini çağrıştırdı. Kendi ölümünü ve ölümlülüğünü idrak edebilmiş bir insan başkasının ölümünü kolay kolay isteyemez diye düşündüm.