Sodom ve Gomore

Ünlü yazarımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun adının bir şov işine kurban gitmiş olduğu hızlı tren macerası abuk sabuk bir heves uğruna kana bulanmıştır.

Sayın Bay Aklığı Kendinden Menkul zor günlerin yetkilisi,

Aman istifa etme, bu hepimiz için büyük travma olur -ki bunu istemeyiz! Ama hiç değilse ambulansın içindeki masum bakışlı, yüzü kana bulanmış o çocuklar için bir kere doğruyu söyleyin. Deyin ki hata yaptık. Hatahatahata….

Yoksa Sodom ve Gomore’nin ve dahası hem içimizdeki hem de dışımızdaki Tanrının gazabı hepimizin üzerinde dolanmaya devam edecek.

***

Yakup Kadri Karaosmanoğlu İstanbul’un mütareke yıllarındaki yangınını anlatır Sodom ve Gomore adlı romanında usul usul; büyük harfli dehşet sahnelerden uzak durarak ve yine de şu mesajı vermekten geri kalmayarak: Yaşanılan bu cehennem bir gazabın sonucudur… Kitapta “Batılı olayım da gerisi nasılsa gelir”i terennüm edip duran elemterefiş kem gözlere şiş bir dizi akça pakça “vatandaşımızla” karşılaşırız. O aklığı paklığı, hem işbirlikçi hem muhafazakâr, hem ilerici hem de korumacı olan o aklıktaki rezaleti biliriz, hem de çok iyi biliriz aslında. Tarih bu beyaz tonu ve o beyaz tonun refleks olarak referans verdiği “alafranga” duruşu kazımıştır kafamıza bir defa. Bu anlamda böylesi bir içi kof alafranga beyazlık bulaşıcı bir hastalık gibidir: İktidardan iktidara, solcusundan sağcısına, islamcısından liberaline kadar sirayet etmiş sınıf ve sınır tanımayan bir hastalık… Kendi söylemini, havarisini ve çukurdaşlarını yaratarak büyür de büyür -tevekküle yatkın iç sesi “Hayat istemediğimiz kadar tesadüflerle doludur ve kader ne derse o olur” ile soluk alıp vererek…

Hayatlarımızda yeni bir sayfa açacağı umulan böylesi bir hizmetin -kapsamlı bir araştırma ve teknik donanım gerektiren böylesi bir hizmetin- aynı refleksle hizmete sunulduğunu ve bunun yansıyan yüzünü dünya alem biliyor. Öyle ki başbakanımız elinde yeşil hareket çubuğuyla eylemi kutsarken fotoğraflar çekilmiş, kadın-erkek herkes gülerek, coşkuyla yanında yer almıştır. Başına hızlı sıfatının eklenmesi ile hızlanan trenlerle bir ak sayfa daha açılmıştır makus talihsizliğimizin önünde ve gün o gündür. 

22 Temmuz 2004 gecesi Pamukova’da yaşadığımız trajedi bu dehşet seyrin arşa erdiği yerlerden biriydi. “Medeniyiz, bakın bizim de hızlı trenimiz var” uğruna, yapılan onca uyarıyı manidar  bir gururla reddetme suretiyle bir cehennem inşa edilmişti sanki.  Onca insanın hayatının  pek de bir öneminin olmadığı ve bunun da doğal sayıldığı o gerçekle -o aşina olduğumuz gerçekle- bir kez daha yüzleştik: Türkiye’de kendi halinde bir insanın hayatı hiçe tekabül eder ve bu da yaşamın ta kendisidir. Sonuç: Bir inatlaşma uğruna  hayatını kaybetmiş onca insan ve biricik suçlular olan kader ve makinistler!