26/06/2017
Hiçbir şey bariz gerçeğin kendisinden daha anlaşılmaz değildir.
Sherlock Holmes
Elimde ilginç bir kitap var. TomMcCarthy’nin Saten Ada’sı (Notos Kitap, çev. Esra Birkan), dünyamızı, on dört bölümde, birbirinin içine girmiş başlıklarla sergiliyor. Hal böyle olunca, 21. yüzyıl dünyası, biz istesek de istemesek de gözlerimizin önünden salına salına, bedbaht bir biçimde geçiyor. McCarthy’nin kahramanı S.’nin şaşırtıcı gözlemlerinin kaynağı için birçok neden gösterilebilir. Şu hemen her dakika içinde yaşadığımız sığlıklar, tehlike ve tehditler… Dünyayı sınırlarla çevreleyen bakış açısının bu kitabı ne kadar seveceğini tahmin edebiliyorum! Yine de söylemeden edemeyeceğim: Birbirinden bağımsız birçok konu, tıpkı yaşadıklarımız gibi, birbirine çarpıp çarpıp uzaklaşırken, aslında aynı gemide olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor, aynı gemide ama değilmişiz gibi hallerimizi pek güzel özetliyor. Modernden, postmoderne, postmodernden ‘yav şimdi ne yapacağız’ hallerimizi… (Elbette tüm bunlar hiç yokmuş, hiç yaşanmıyormuş gibi davrananlarla da aynı gemideyiz!)
Kitabın dördüncü bölümünde ünlü Fransız antropolog ClaudeLevi-Strauss’dan bahsediyor bize S. Diyor ki:
‘O benim kahramanımdı. Dünyanın etrafını iki kez dolaşmıştı. Önce fiziksel olarak yavaş yavaş, tekne, tren ve eşekle; sonra yeniden ve hızlıca bulgularını yazarak, kıtadan kıtaya, kültürden kültüre atladı; yerkürenin tamamını tekrarlanan renkle, kokular ve biçimlerden oluşan bir kolaj haline getirene dek çağrışımın solucan deliklerinden (uzaydaki iki noktayı birbirine bağlayan alternatif tünel geçişleri diyebiliyoruz biz onlara) geçerek seyahat etti… Sonra topladıklarının hepsini (bu benim yorumum) sadece tek bir kabileye değil bütün insanlığı kapsayan daha büyük bir sistemin parçası olarak ele aldı…. Kısacası her şey bütünün bir parçasıydı…’
Peki sonra ne oldu dersiniz? S.’yi bahane ederek aktarmaya çalışayım:
Sonra suçun ne olduğu, suç mahallinin neresi olduğu, hangi kanser türünün hangisine göre daha iyi olduğunun görecelik hesaplarına karıştığı bir yüzyıla aktık hep birlikte, ne olacak! Solucan delikleri iki noktayı birbirine bağlayan değil birbirinin önünü kesen uçurumlar haline geldi. Mekanda yolculuk ışınlanma boyutuna erdi ama bizler birbirimizle buluşamaz hale geldik. İki insanın, iki düşüncenin, iki duygunun buluşması kıtalararası yolculuktan daha zorlaştı. Kot pantolon patronu LeviStrauss, antropolog Levi-Strauss’u yendi. Dünya değişti.
Dünya değişti ama…
Yine de, bir raporun peşindeki antropoloğumuz S. dünyayı yeniden bir çoğulluk olarak görmeyi hatırlatır bize. Dünyada yaşanmakta olan gerçeği. Karabasanı. Elinden kayıp gideni. Anlamı. Hiç değilse onu anlamayı. Onca veriye rağmen bariz olan yalın bir gerçeği. Ah onu şimdi bir bulsak; belki onun içinde yeniden kaybolmayı…
TomMcCarthy’nin bize çizdiği dünya, yazıma başladığım alıntının altını çizen bir dünya. Başka bir deyişle bir dedektif titizliğiyle dünyayı arayan bir seyyahın notları olarak da okunabilir…
Dünyayı niye ararız sorusu ise tamamen meraklısını ilgilendiriyor elbette. Benim cevabımı soruyorsanız: Belki de kendimizi aradığımız içindir!