Şu Kârsız İşler

Devlet tiyatroları devlete yük oluyormuş. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay böyle söylüyor…

Hemen her şeyin para, bütçe, yükselen grafikler, gişe hasılatı, reytingler biçiminde ölçüldüğü dünyamızda pek de şaşırtıcı bir cümle değil aslında.

Ama elden ne gelir hâlâ şaşırıyor ve küçük dilimizi yutmamaya çalışıyoruz!

Sanatın bir araç haline gelmesinin tavan yapması nice zamandır tanık olduğumuz bir olgu. Ancak buradaki asıl sorun, değer diye içerde neyi barındırdığınız, değer olmadığını düşünüp dışarda neyi ya da neleri bıraktığınız değil.

Kısacası bu noktada bir vergi tahsildarı gibi çalışmak ya da kâr-kâr diye inleyen çelik bir kasanın iç sesi olmak işi çözüme kavuşturmuyor. çünkü sanat kasaya akan paraların yarattığı hız ve bu hızın oluşturduğu değerlerle ölçülebilecek bir araç değil, ancak ve ancak ‘kıymet’ fikriyle algılanabilecek bir amaçtır. üzerine ne kadar kılıf geçirirseniz geçirin bu amaç insana insan olduğunu hatırlatır.

Yaşadığımız gerçeklerden, bu uğurda düştüğümüz kuyulardan bizi çekip alır ve arınmamızı, insani duygulara yeniden ulaşmamızı sağlar. Bunu da bir din insanı kisvesi ya da kutsal kitap ahengiyle yapması gerekmez.

Sahnelerde, sayfalarda, tuallerde cenneti görmek fikri fena değildir ama asıl oralarda gördüğümüz cehennem, zebaniler, kötü ruhlar, hatta içimizdeki şeytan bize biz olduğumuzu hatırlatır. Ve bu hatırlayış yaşamı yeniden kavramamızı, en azından sözcükleri sarfederken bir kez daha düşünmemizi sağlar.

örneğin bir kültür bakanının devlet tiyatrolarının yük olduğu cümlesini sarfederken anması gereken söz konusu gri devlet kasası ve onun soğuk, cansız bedeni değil, tiyatro gibi ülkemizde can çekişen bir sanatı devlet eliyle desteklemenin ne kadar önemli olabileceğidir.

Daha naif düşünelim: Belki de Kral Lear’dır hayal etmesini umduğumuz sayın kültür bakanımızın, belki çehov’dur, belki Balzac’tır, belki İbsen’dir. Ya da Hamlet’tir. Bir süre sonra yazarın kahramanıyla birbirinin içine geçtiği o tuhaf dünyadır… Ancak o dünyanın içine girerek tadına varılacak olan yerdir.

Daha da naif düşünelim: Belki de ‘Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu’ cümlesini zihninde yeniden canlandırması ve bunu bizlere anlatmasıdır sayın bakanın.

Olmanın sahip olmak değil, paralara pullara temas etmek değil, varlıkla ilgili bir sorun olduğunu ve bu varlığın da oluş nedeninin yüzde bilmem kaçlık vergilerle hiçbir yerde tahsil edilemeyeceğini yeniden bizlere hatırlatabilmesini ummmaktır, belki de.

Olmamanın ağırlığını, eski Yunan klasiklerine bile gitmeden sadece televizyon ekranına kilitlenmiş solgun, cansız yüzlerimize bakarak bizlere yeniden düşündürtmesidir, bir ihtimal. Yaslı bir koro olarak çıkardığımız sesi duymasıdır belki de: ‘Ağır ağır ölüyoruz kaptan, sayın bakanımız!’

Bütçeler konusunda hiçbir fikrim yok ancak bir kültür bakanının devlet tiyatrolarının ‘devlete yük’ olduğunu telaffuz etmesi kadar insanı inciten başka ne olabilir?

Velev ki öyle, velev ki devlet tiyatroları kâr edemiyor.

Bu hususta birtakım ince ayarlar yapılır ve yola devam edilir. özel tiyatrolarla bu işin sağlamasını yapamazsınız, onların özerkliği ve kıymeti ayrıdır. Dünya tarihinin klasikleri ve bu klasiklerin varlığı devlet tiyatrolarının sahnelerinde ruh bulur. Kaldı ki yaşamın bazı ibreleri kâr ve zarar hanesinin ötesinde işler. Dünyanın en kadim sanatlarından biri olan tiyatronun ölçütü de bu olmaz, olmamalıdır.

Yıllarca sanat sanat için mi yapılmalı yoksa toplum için mi sorularına ucubenin ardından beklenilen o tarihsel cevap gelmiştir: Yük… Böyle olduğu zaman verdiğiniz mesaj da belli, çağa uygun ve tescillidir: Sanat para için yapılmalı!

İyisi mi, ‘dünya bir sahne’ deyip başka bir repliğe geçelim.