Suyun kadınları

Minder atılacak yer değildir sahne. Bir iktidar alanı değildir ki protesto edilsin. Diyelim ki ayrı tellerden çalıyoruz ve öfkeliyiz. Sahnedekini öfkemizin hedefi olarak belirliyoruz ve tutup atıveriyoruz minderi sahneye! Yanlış eylem. Minder sahneye atıldı mı o minderle birlikte yanlış yerlere gider o öfke. çaresizliğimize ve yalnızlığımıza gider; sahnedekine değil! çünkü sahnedeki cepheyi, silahı, kavgayı değil farklı bir açıdan yaşamı ve insanı anlatır bize.

Sanatı kullanmış olan iktidar aygıtları vardır elbette. Ama ne zaman ki bir iktidar, sanatı kendi sivri akıllı taktikleri için kullanmıştır, dönemsel de olsa sanatın ipini çekmeyi başarmıştır. Bunun için Stalin dönemine de bakabiliriz, Hitler dönemine de. Ya da bütün totaliter rejimlere… Ama sanat öyle bir dildir, öyle arınmış bir dildir ki, üzerine abanmaya çalışan her türlü iktidarı ve öfkeyi zaman içinde silkelemeyi başarır ve yalınkat devam eder yoluna. öyle ya da böyle mindere minderliğinin yavanlığını hatırlatır yeniden, iktidaraysa iktidarlığının hallerini!

Şimdi Türkiye’nin büyük kaybının yaşandığı ve her anlamda kaybettiğimiz bir olayla eşzamanlı gerçekleşen başka bir kayba bakalım istiyorum. Sahnede, Suyun Kadınları’ndan, ‘bizlerden biri’ olarak Kürtçe şarkı söylerken Aynur Doğan’a yapılanlara dönmek. Sahnede gösteri devam ederken seyirciler arasında yaşanan yumruklaşmalara, protesto niteliğinde söylenen İstiklâl Marşı’na ve bu tavırların aslında neler neler anlattığına bakmak.

Gösterinin adı: Suyun Kadınları… Adından belli: Hiçbir coğrafyaya, hiçbir dilin zapturaptına oturtulamaz bir başlıkla sahne alan bir gösteri var ortada. çok dillilik, çok ruhluluk esas. Tamam, ortada ülke olarak yaşadığımız büyük bir çaresizlik de var. Ancak bu çaresizliğin hedefi ‘Suyun Kadınları’, bu kadınların şarkılarında anlattıkları, bu anlattıklarını ifade ederkenki dilleri olmaya başladığı zaman tehlike çanları esas o zaman çalmaya başlamış demektir!

Türkçe söyle!

Şehitlerimize saygı göster Türkçe söyle!

Bilmez miyiz ki birçok şehit evinden yükselen ağıt Kürtçedir oysa… Bu da bize ne hazin bir keşmekeşin içinde olduğumuzu göstermeye yeter de artar bile.

Kaldı ki Aynur Doğan, Türkçe söylemeye başladığında gidenler geri gelecek midir, dil Türkçeye döndüğünde neyi ‘daha iyi anlar’ olacağız? Yoksa o gencecik çocukların acısına daha ‘harbiden’ sahip mi çıkmış olacağız böylelikle? Gençlere sahip çıkmanın yolu yaşanmakta olan çaresizliklere yeni üniformalar giydirerek çözüm bulmak mıdır? Tek dil, tek ses, tek renk, tek söz… Oysa bu gencecik çocukları tam da bu uğurda yitirmedik mi? 27 yıldır…

üstelik bu köşede yinelemekten hiç de çekinmeden bir kez daha söyleyecek olursam 27 yıldır her iki taraftan da gencecik insanlar, bu ülkenin gencecik insanları yok olup gitmedi mi? Tam da kardeş şarkılarını duyamadıkları, duymaları engellendiği, dünyada tek bir renkle yaşanamayacağını anlamaları geciktiği, geciktirildiği, ertelendiği, durdurulduğu için. Müziğin, resmin, edebiyatın, sinemanın aslında kendine özgü tek bir dili olduğunu, o dilin de çoğulluktan beslenen bir dil ve hepimizin dili olduğunu sezmelerine, kavramalarına, anlamalarına (birinci çoğul şahıstan söyleyelim: sezmemize, kavramamıza, anlamamıza) fırsat verilmediği için.

At minder gitsin. Yuhala olsun bitsin. Küfür et, iş tamam. Söv, yumruk at, yok say. öfkeyle yat öfkeyle kalk.

Bitmiyor, bitmiyor işte. çünkü çözüm orada değil. çünkü öfke eyleme iter itmesine ama her zaman yanlış eyleme!

Sahi acıyla olgunlaşmak neden bu kadar zordur kimilerimiz için? Belki bunun için de sanata ihtiyacımız vardır! çünkü sanat bunu da anlatır bize. Suyun Kadınları’nın anlattığı gibi.