Tortular

‘Geçip giden hayatımız geçip gitmiyor gibiydi.’ Emel Kayın, Mekân Hikayeleri 

***
‘Lütfen hep yazın’ diye bir okur mektubu geldi geçenlerde. ‘Sizler yazmaya devam etmelisiniz’ diyen bir mektup. ‘Peki, olur, yazarım, yazarız’ gibisinden umutlu bir cevap yazdım. Ancak işin doğrusu verdiğim cevap içime sinmedi. Derken, koşuşturma içersinde unuttum bu cevabı. Tekrar hatırlamam nasıl oldu anlatayım: 
Tomris Uyar’ın ‘Günlerin Tortusu’ adlı kitabını okuyorum. Bu kaçıncı okuyuşum, bilemiyorum. En son 87 yılında elime almışım kitabı. Bir sürü notlar almışım, eklemişim satırların kenarına. Uyar’ın ‘Terörün evlerimizin içine sızdığı yıllardan bugünlere’ diye başladığı kitap 80-84 yılları arasında yazılmış yazar notlarını içeriyor. Yazar notları derken bu ülkede yazar olmanın ne anlama geldiğini belirten cümleler diyebiliriz bunlara. Ağırlıklı olarak hemen her cümleye sinmiş olan hüzün, bugünden bakıldığında daha da üzüyor insanı. Ya da daha çok düşünmeye sevk ediyor. İnsan keşke o günlerden bugünlere ‘düşünce adına bir şeyler gerçekten değişmiş olsaydı’ demekten kendini alamıyor. 
Dünden bugüne
Şu geride bıraktığımız haftaya baktığımız zaman bile düşünmek, okumak, ifade özgürlüğüne sahip çıkmak anlamında bir türlü çıkış noktalarını bulamayışımız buna en güzel kanıtı oluşturuyor. Paris’te sansürü protesto etmek için güzel fotoğraflar veren devlet insanları, kendi ülkelerinde nasıl sansür politikaları ürettiklerini unutmuş olabilirler mi? Sürekli topu taca atmalar, günah keçisi bulmalar, kendinden başka herkesi suçlamalar… Peki tam da bu noktada Türkiye’nin kendine soracağı sorular nerede? Örnek birkaç soru: Cizre’de neler yaşanıyor? Meşum TIRlarla ilgili raporlar neden internetten kaldırılıyor ve neden yayınlama yasağı getiriliyor? 2014 yılındaki Basın Raporu’nda neden halimiz perişan? Cumhuriyet Gazetesi’nin Charlie Hebdo’nun özel sayısındaki seçkiden yayınladıkları neden hemencecik ‘tahrik edici’ suçlamasıyla karşımıza çıkartılıyor? Neden her dakika nefret suçu işleniyor bu ülkede? Neden hemen herkes birbirine hakaret etmeyi meşru sayıyor? Neden gerçeğin yüzü bu kadar mahrem bu ülkede? Avrupa Parlamentosu neden basın özgürlüğü konusunda Türkiye’yi uyarıyor? Avrupa Konseyi’nin işkence raporunda karakollar ve cezaevlerindeki durumumuzla neden sınıfta kalıyoruz? Diyelim ki Avrupa’yı iç işlerimize karıştırmak istemiyoruz; neden kendi sınırlarımızın içersindeki dil sadece şiddetle kendini ifade edebiliyor? Örneğin ‘Maraş 78’ kitabına neden soruşturma başlatılıyor? Kitabın kamu düzenini ve güvenliğini bozduğu yolundaki saptamalar neye dayanıyor, vs. vs. 
Olacak gibi değil, tekrar ‘Günlerin Tortusu’na dönüyorum. Ada yayınlarından çıkmış kitabın kapağında Abidin Dino’nun çok sevdiğim desenlerinden biri var. Birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş eller. Birbirlerini tutamazlarsa kaybolup gideceklermiş hissini veriyor… Birbirini tutamayan düşünceler, duygular gibi….Derken sistemin yazarlarını nasıl harcadığı ve bundan nasıl keyif aldığının net bir biçimde gözüktüğü bölüme geliyorum. Tomris Uyar anlatıyor:  
‘’28 Mayıs 1984 
Bu gece televizyonda Kenan Evren’in ‘Aydınlar Dilekçesi’ni imzalayanları vatan hainliğiyle suçlayan konuşmasını dinledim. 
Şöyle sorular geldi aklıma. Çok mu yazıyorum? Yani belli konularda yoğunlaşmam daha mı doğru olur? Hemen arkasından da: Az mı yazıyorum?’’ 
Bu satırlardan sonra kurşun kalemli notlara gözüm çarpıyor. 1987 yılında kitabı okurken aldığım titrek notlara. Bu sayfada, beni bugüne bağlayan çok önemli bir mesaj var. Sanki okurunu duymasını istercesine, ya da duyacağından neredeyse emin, daha az titrek bir biçimde şöyle yazmışım Uyar’ın yazdıklarının kenarına. ‘ Ne olur yazın, ne olur daha çok yazın, bu tortular başka türlü gitmez’.  
Alın size geçip giden hayatlarımızın geçip gitmeyen halinin özeti bir cümle. Besbelli ki tortular çok ağır ve yoğun. Cümleler yetmemiş. Ya bugün? Bugün de yetmiyor. 
Yine de…Devam.