Türkiye ve insan hakları

15 Kasım Dünya Hapisteki Yazarlar Günü’ydü. Ortaya çıkan bilanço içler acısı: Türkiye’de onlarca gazeteci cezaevinde!

15 Kasım Hapisteki Yazarlar Günü’nde Uluslararası PEN Ahmet Şık ve Nedim Şener olayını yakın takibe aldı. Bu da demek oluyor ki ülkemizde çok ciddi bir demokrasi çatlağı var.

Uluslararası Af örgütü Türkiye Şubesi, KCK operasyonları kapsamında gerçekleştirilen tutuklamalarla ilgili olarak Adalet Bakanlığı’na bir mektup gönderdi. özellikle Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanma gerekçelerindeki anti-demokratik hususlara dikkat çekiyor bu mektup.

En son deniz otobüsü faciasında yaşananları da unutmamak gerekiyor. Tarafsız bir bakış açısıyla bakalım olaya dilerseniz: Suçluyu adalete teslim etmekle yargısız infaz arasında çok ince bir çizgi vardır. Bir hukuk devleti olmakla olmamak arasındaki ince çizgi. Daha yalın söyleyelim: Kontrolsüz güç güç değildir.

Bu hususlardan yola çıkalım ve 2011’in sonuna yaklaştığımız şu günlerde bir düşünelim. 2011 yılında Türkiye insan hakları ile nasıl bir sözleşme yaptı?

Sizce nasıl?

2010’daki raporu esas alarak bakalım dilerseniz. Geçen yılki raporda, ihlallerle ilgili başlıklar kısaca şöyleydi:

Yaşam Hakkı İhlalleri

İşkence

Düşünce, İfade ve Basın özgürlüğü

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı

örgütlenme özgürlüğü

Mahpus Hakları

Mülteci ve Savunmacı Hakları

Bu başlıkların hemen hepsinin sayılarla içerdiği hususlar Türkiye’de 2010 yılında insan haklarının fazlasıyla çiğnendiği yönündeydi. 2011’de ise bunların hemen hepsinde benzer ihlallere tanık olduk, olmaktayız.

Geçen yılın insan hakları raporu şunu gösteriyordu: Türkiye’de hâlâ demokrasi yerleşik bir halde değil. Rapor cezaevlerinde yaşananların altını ısrarla çiziyor ve diyordu ki ‘cezaevlerinde 413 mahpus yaşamını yitirmiştir!’ Mahpus sayısının giderek artmasını ülkenin genel durumuna bağlayan rapor, özellikle Kürt sorunun Anayasal ve yasal temelde düzenlenememiş olmasından doğan pürüzlere dikkat çekiyordu. Veriler, 2010 yılında Kürtlere yönelik saldırıların arttığını, Bursa İnegöl ve Hatay Dörtyol’daki linç girişimlerinin ülkede izlenen genel milliyetçi ve şovenist politikaların yansımaları olarak görüyordu.

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin giderek arttığının altı çiziliyor ve bu konuda alınan önlemlerin yetersizliği vurgulanıyordu. özellikle çocukların maruz bırakıldığı durumlar. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıl TMK’da (Terörle Mücadele Kanunu) yapılan değişiklik çocukların ağır ceza mahkemelerinde heba olmasını engellemiş ve hemen hepimizin yüreğine su serpmişti. Ancak rapora göre şöyle bir açmaz vardı: çocukların suçlandığı suç tiplerinde bir değişikliğe gidilmediği için çocuk Mahkemeleri’ne çıkartılsalar bile yine aynı suçlarla suçlanmaktaydı bu çocuklar.

2010 yılında cezaevlerinde 1.857 çocuk tutuklu, 211 çocuk hükümlü vardı. çocuklarla ilgili tutuklama oranının yüzde 85.6 gibi yüksek bir oranda olması ise vahim bir durumdu. 2009 yılında Türkiye çocuk Hakları Sözleşmesi’ni çok ağır bir biçimde ihlal etmişti. 2010 yılında ise çocukların suçlandığı suç tipleri değiştirilmediği için bu çocuklar çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri’nde de aynı suçlamalarla karşılaşmakta ve yargılamaları bu eksende yapılmaktaydı. Taş atan bir çocuğun yasadışı örgüt üyeliğinden, yasadışı örgüt propagandası yapmaktan, 2911 sayılı kanuna muhalefetten ve polise mukavemetten yargılanmaları trajikomik bir durum olarak devam etmekteydi. Ne yazık ki 2011 yılı ile birlikte yeniden polise taş attıkları için çocuklar tutuklanmaya başlamıştı ve bu bugüne kadar sürdü, sürüyor.

2011 yılının son günleri. Taş atan çocuklara hukuk devletinin sunduğu ‘şefkat’ devam ediyor! 2011 yılında kadınlara tecavüz ve kadınların katli ivme kazanmaya devam ediyor. 2011 yılında gazeteciler cezaevinde tutuklu.

Bir parantez açalım ve diyelim ki bir gazetecinin ya da yazarın mesleğinin temelidir sözcükler. O sözcükler elinden alınırsa söz konusu kişi mesleğini yapamaz ve bundan uzun vadede herkes zarar görür.

Türkiye’yi insan hakları temelinde 2012’de sizce neler bekliyor?