Türkiye’nin Ka.Der’i

Geçen bir arkadaşım yazmış. Diyor ki ‘Hemen her alanda kadını yok sayan bir ülke… Bunalıyorum.’

Bunalmamasını belirten bir cevap yazdım. Bu bunaltıları er ya da geç ülke olarak aşacağımıza eminim. Zira karşınızdaki tarafından ‘yok sayılmanız’, dikkatlice baktığınız zaman umursanmadığınız değil, tam tersi bir tehdit olarak algılandığınız anlamına gelir. O yüzden bu ülkenin kadınları bu kozu iyi kullanıp er ya da geç kendilerine reva görülene isyan edecek ve zamanı geldiğinde ‘bir dakika’ diyecekler. Arkadaşıma bunları yazarken nedense aklıma babaannem ve onunla yaptığımız, yağda ölmeye yatırılmış soğan kokuları içersindeki mutfak sohbetlerimiz düştü.

Babaannem okuması yazması olmayan bir kadındı. Dört çocukla çok erken yaşta dul kalmış ve İstanbul gibi bilmediği bir diyarda kimi kez korkarak, kimi kez çekinerek ayaklarının üzerinde durmayı başarabilmiş bir insandı. Bu insani dirençten kaynaklı olsa gerek öfkesi boldu ama aynı dirençten kaynaklı olarak kahkası da sebil bir kadındı.

öfke, kahkaha, direnç… Dikkatli incelediğinizde yemekten yükselen soğan kokusu bunların renginde olan bir kokudur; biraz bu üçünü çağrıştırır. Evcil bir koku gibi görünür ama titizlendiğinizde o kokunun insanın ruhuna sinen dehşetengiz bir devam etme illeti, rahiyalı bir dua olduğunu da fark edersiniz. Tıpkı yaşamak gibi.

Yaşamak… Bunu hep kilit sözcük kabul edenlerdenim. Bunda babaannemin yaşamla giriştiği endişelerle dolu savaşta elde ettiği, adına ‘ne olursa olsun devam etmek’ dediği ve kendinden sonrakilere miras bıraktığı o soğan kokan ganimetin etkisi çok büyük.

Ganimet deyince… Kadınlar en büyük ganimeti oylarla, mecliste, siyasetle elde edecekler. Ki toplumdaki değişim ve dönüşüm hızlansın. Bildiğiniz gibi KA.DER Haziran ayındaki seçimler için 275 kadın milletvekili kampanyası başlattı. Türkiye’de kadının eşit bir biçimde temsil edilmesi için yıllardır emek harcayan KA.DER’i bu girişiminden ötürü elbette kutluyoruz. Son yıllarda kadınların Meclis’te ve sendikalardaki temsil oranlarına baktığımızdaysa dudaklarımız uçukluyor. İllerimizin hiçbirinde kadın vali yok, 2007’deki genel seçimlerde seçilen kadın milletvekili oranı yüzde 8.87. 2009 yerel seçimlerindeki oranı ise yazmaya utanıyorum. Kendilerini solda tanımlayan ve eşitlikten yana olduklarının sürekli altını çizen sendikaların birçoğunun yönetim kurullarında bile tek bir kadın yok.

Kadın siyasetinin ve dilinin, bu siyaset ve dilden beslenecek barış fikrinin meclise, sendikalara, sivil toplum örgütlerine, hele basına girmesi şart… Şart ki ne şart. Ama özellikle yaşamın en dibine, mutfaktaki kadına, ona sinmiş olan soğan kokusuna erişmesi çok önemli. Bu da ‘ülkemizde kadınların hali harap’ gibi mesafeli, yeni hiyerarşiler yaratmaya açık olan merkez odaklı cümlelerden daha öte bir duygudaşlık, vicdan duygusu ve tavırlılıkla donanmak olsa gerek.

Meclis’e kadın milletvekili sokmak ve bunu yaparken Meclis’teki siyasetin çerçevesini de değiştirmeyi hedeflemek durumundayız. Yaşam Meclis’e girmeli, bizzat yaşam! İnadımızda ısrar edelim ve hemen, şimdi, üstelik Haziran’da bu işe gerçekten başlayalım diyelim mi?

Yoksa hep aynı ninnileri dinlemeye devam mı edelim? Sahi neden Metin Göktepe’nin ya da Ahmet Şık’ın anneleri kadar cesur değilsiniz siz değerli kadın milletvekillerimiz? Onlardan neyiniz eksik?