Umut’tan ve Tuncel Kurtiz’den öğrendiklerimiz

1970’li yıllarda izleyici karşısına çıkan bir filmdi ‘Umut’. Yılmaz Güney ve Tuncel Kurtiz ikilisini gariban bir faytoncunun öyküsünde buluşturmuştu. Onlar buluşadursun, sansür ekibi de bu uğurda kendi buluşmasını gerçekleştirmiş, eften püften bahanelerin eşliğinde filmi hizaya çekmeye çalışmıştı. Gelin görün ki onca saçma gerekçeye rağmen hamarat sansür ekibi filmi balçığa bulayamamıştı. Zira film çok parlaktı; öyle ki önüne gelen bütün ödülleri toplayacak, bu ülkenin sinema tarihinde bir çığır açacaktı…

Sıradan, yoksul insanın sisteme yenilişinin, yok sayılmasının sıradan öyküsüydü karşımızdaki. Ancak film sıradan değildi! O güne kadar beyaz perdede gelenekselleşmiş hemen her şeye kafa tutuyordu.

Yitik bir öykü

İşin esası, sade bir öyküsü vardı filmin. Bir faytoncunun atına bir araba çarpıyor ve at ölüyordu. Bütün umutlarını bu ata bağlamış yoksul bir adamın çaresiz öyküsüydü film. Siyah ve beyazın hakim olduğu yaşamların siyah yanını aktaran bir kurguydu. Yaşamın sertliği karşısında debelenen, umudunu ayakta tutmaya çalışan bir insanın yitik, biteviye öyküsü.

Ülkemiz sinemasının beyaz perdede ‘yeni gerçekçilikle’ karşılaşmasıydı Umut. Büyüklüğü ise bu gerçekçiliği aktarırken tavırlı ama sloganlaşmayan bir dile yanaşmış olması, umudun varlığını, koşullar ne olursa olsun yaşamsal ve herkese ait bir duygu olarak yansıtmasıydı.

Yılmaz Güney Yılmaz Güney’di zaten. Şu mahzun gülen adam, o mahzun gülüşü filmlerden yaşama taşan adam… Öte yandan gülüşü ile bizim buraları anlatan biri daha vardı filmde. Tuncel Kurtiz’i o filmde ilk kez izlemiş ve hayran kalmıştım. Ne zaman zihnimden geçse ‘büyük bir oyuncu,’ diye yankılanırdı adı. Belki bu yüzden yıllar ama yıllar sonra Ramiz Dayı olarak karşımıza çıktığında biraz yadırgar gibi oldum. Ama sonra alıştım. Ezel’in şaşırtıcı ve ilginç kurgusunda apayrı bir yeri vardı Ramiz Dayı’nın. Buna karşın başkası etse pek umursamayacağım cümleler Tuncel Kurtiz söylediğinde bambaşka bir derinlik kazanıyordu.

‘Mesele ölmek değil yeğen!’

Yakışıyordu ona bu ve bunun gibi sözler. Onun ‘dünyayı değiştirmek için yola çıktık, dünyayı değiştiremedik ama dünya da bizi değiştiremedi’ sözünü duyduğumda kimi insanların tek başına varlıklarıyla bile dünyaya bir anlam yükleyebileceklerini düşündüm. Tıpkı Yılmaz Güney gibi Kurtiz de o insanlardandı. Bu anlamı sanatıyla gerçekleştirenlerdendi.

Dünya bundan daha köklü nasıl değişebilir ki diye düşündüm. Köksüz duygular sağlam umutlara bundan daha anlamlı bir biçimde nasıl dönüşebilir?

Güle güle Tuncel Kurtiz. Sizler bize Umut’u bıraktınız. Başka bir deyişle bizi umutsuz bırakmadınız.