Üniforma

Yorulmuş gözlerle bize bakan yaşlı bir adam vardı, farklı bir ışığın altında olsa da yeniden sahne almıştı ve kısık sesiyle veciz bir cümle daha patlattı:

“O şartlarda yine yapardım. ”

Dut yemiş bülbül gibi baktık bu cümledeki tınıya; çünkü “O şartlarda yine yapardım” cümlesi bugüne dek bu kadar anlamını soğuran bir cümle olmamıştı. Bir yüzleşme cümlesi, hele bir özür cümlesi hiç değildi. Bu yüzden mi bilinmez, sağa sola “Ne dedi, ne dedi, doğru mu işitiyoruz?” diye sorduk.

Sonra daha tuhaf bir şey oldu: Bir ülkede, zamanında aranılan özgürlük ruhunun tümden heder olmasına yol açmış bütün sesleri, bu sesin frekansında yeniden düşünmeye başladık. Zira sesin mizacında yatan gündelik hal, zaman aşımına uğrasa da aslında özgürlük inanışımızı, yine ve yine, usul usul biçen bir tavır taşımaktaydı. çoğu insan ne diyebilirdi bu sözün karşısında: Ee şekerim adam haklı, hatırlasana o günleri!

“O şartlarda yine yapardım.”

Sözler boğazımızda kurudu, tıkanıp kaldı. Tam da o şartlarda bunların yapılmaması gerekli değil miydi? Başta gençler olmak üzere yaşamdan intikam alınmaması?

Bunaldık. Vallahi bunaldık.

Bu bunaltıda neler yoktu ki! Dünyayı anlayabilmeyi ve eleştirebilmeyi sağlayacak engellerin geçmişteki bütün izi. O iz kadar, şimdiki zamanın tüm hoyratlığı da. Şimdiki zamana tescillenen vurdum duymazlık kadar, bunun gelecekteki yaşamın anlamını hiç haline getirecek sahipsizliği de.

Daraldık.

Farklı bir biçimde söyleyecek olursak, Türkiye üniformalardan ve bu üniformaların kapladığı alanların ufuk daraltıcılığından gerçek anlamda hiçbir zaman kurtulamadı. Sadece iktidarın telaffuz edildiği merkezde değil, merkezin nüfuz ettiği gündelik yaşamdaki her türlü pratikte de ağırlığını hissettiren bir baskıydı bu.

Ne yazık ki bu ritmi pek bozabildiğimiz söylenemezdi. Hele bu ritmin askeri olması hiç gerekmiyordu artık. çünkü maya tutmuştu. Tek tip insan yaratma fikri. Bu fikirden beslenen farklı suretler ve kalıplar olsa da aynı senaryonun benzer diyaloglarını takip etmek durumundaydık. Trajik bir ortaoyunu silsilesine.

“O şartlarda yine yapardım. ”

Peki.

Nasılsa bu bizim tarihselliğimiz; bu bizim toplumsal belleğimizdeki yaşamsal yanılgımız olacaktı, hatta kaderimiz. O üniformayı giyecektik her birlikte. Kostüm sıksa da alışacaktık bu kostümün kaderle kurduğu kısır döngüye.

Terledik.

Ama… Deli miydik ne?

Bu baskının tam karşısında fark edebildiğimiz özgürlük ve özgürlük arayışı bir özlem olarak içimizde, nicedir filizleneceği günü inatla bekliyordu. çok uzun zamandır bu filizlenmeyi umuyorduk. üniformanın totaliter fikri işaret eden ve beyinleri, dahası refleksleri ele geçirmiş her türlü tutuculuğuna karşın bugüne kadar getirdiğimiz özgürlük inancını bile aşabileceğimiz bir şimdiki zaman vaadini istiyorduk. Şimdiki zamanın içersinde küflenmiş olanı havalandırabilme, bizlerden çalınana dokunabilme iradesini. Ve bunun esasında herhangi bir parti sorunu değil bir sistem sorunu olduğunu bilerek. Bu, halkın gerçek iradesi ve hukukun yaman üstünlüğü anlamına gelecek olan yaren, hayallerimizde aşina olduğumuz ülkenin ta kendisiydi. Kısaca yaşamdı; her türlü ölüme, katliama karşı yaşamın diriliği.

öyle değil miydi?

Bir of çektik. Benliklerimize, kimliklerimize giydirilen bu üniformalardan çok bezmiştik. çok.

Nefes alamaz hale geldik. Hiçbir umut yok muydu yoksa?

Yok yok bu kadar yanılmış olamazdık!

***

İstiyorum ki bu seçimlerden sonra mutluluğun resmini yapmayı deneyebileceğimiz bir tablo olsun Türkiye. Ve bu tablonun ressamı o, şu, bu değil artık bizler olalım. üniformasız, baskısız, düşlerinde ve düşüncelerinde özgür.