11/09/2016
Kasadaki kadına şaşkın şaşkın baktı. Bir arife günüydü ve kentin bu yakasının en sevdiği lokantasındaydı. Yıllardır pek severek gittiği, dostlarını götürmekten keyif aldığı o yerde.
‘Ben her iki dolmadan da yarım porsiyon yedim,’ dedi düz saçlı kadın. ‘Neden tam porsiyon ücreti alıyorsunuz?’
‘Ne yediniz?’ diye sordu kasadaki kadın, laf olsun diye. Karşısındakiyle ilgilenmeye çalışma görevinden nicedir çok yorulmuştu. Çok ünlüydüler ve bunu biraz da müşterilerine borçluydular, tamam. Aman herkesin de derdi çekilmezdi ki canım. Hırlısı vardı, hırsızı vardı.
‘Kızarmış yeşil domates dolması ve bir de patlıcan dolması,’ dedi düz saçlı kadın, ne hırlayarak ne de hırsızca bir tavırla. Halinden, kızarmış yeşil domates ve patlıcan dolmasının yarım porsiyonlarının neden birer porsiyon sayıldığını gerçekten anlama çabası içinde biri olduğu çok net anlaşılsa da, biraz asabi bir bünyeye de sahip olduğu hissediliyordu.
‘Hanfendi’ dedi kasadaki kadın, bu asabiyeti sezerek. Böylece kendi asabiyetini de saklama kozlarından birini öne sürmüş olacaktı. ‘Kızarmış yeşil domates dolmalarımız ve patlıcanlar, ister çeyrek ister yarım porsiyon yensin, hesaba tam porsiyon olarak yazılır!’
‘Ama neden? Bunun hiçbir mantığı yok ki!’ diye cılızca bir ses çıktı düz saçlı kadından. ‘Hem madem öyle, bunu mönüye yazmış olmanız lazım.’
‘Bakın hanfendi!’ diye bir kez daha söze girdi kasadaki kadın. Yavaş yavaş yemek salonunda muhtelif Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz yemeklerini tadan arife müşterilerinin başları onlardan yana doğru çevrilmeye başlamıştı. Bundan son derece rahatsız olan kasadaki kadın, elini hafifçe kasalı masaya vurarak, ‘Lütfen sakin olun, diğer müşterileri rahatsız ediyorsunuz bu tavrınızla!’ deyiverdi.
‘Ben sakinim,’ dedi düz saçlı kadın. ‘Çok özür dilerim ama… Ben sadece niye diye soruyor, hakkımı arıyorum.’
‘Hakkınızı mı arıyorsunuz?’ diye sinirli sinirli ama kibarlığını muhafaza etmeye çalışarak gözlerini kırpıştırdı kasadaki kadın. ‘Burası hak aranacak bir yer değil hanfendi, yemek yenilecek bir yer.’
O sırada dışardan gelen bir iki sinek otantik salata barına girmeye çalışıyordu. Onları sinirli sinirli, eliyle garsonlara işaret etti kasadaki kadın.
‘Bakın,’ dedi düz saçlı kadın, saçlarını biraz daha düzeltmeye çalışarak. ‘Bu yaptığınız, alenen, müşterinin iyi niyetini suistimal etmek.’
‘Asıl siz bana bakın!’ dedi kasadaki kadın, usulca, ‘Ya seversiniz ya da…’
‘Anlayamadım!’ dedi düz saçlı kadın. ‘Gerçekten anlayamadım.’
Bu arada yanlarında bir iki garson gölgesi belirmişti ama hiçbir şey demediler. Belli ki daha önceden, kibarlık konusunda tembihlenmişlerdi.
‘Yani ben, 2 kızarmış yeşil domates dolmasına ve 3 tane biber dolmasına dünya kadar para vermek zorundayım, öyle mi? Yani ben, bunun neden böyle olduğunu sorma hakkına bile sahip değilim, öyle mi? Yani ben, bu üçkağıtçılığı ya seveceğim ya da bu mekâna hiç ayak basmayacağım öyle mi? Yani yazarların içerde hırsızların dışarda olduğu bir ülkede artık neden diye bile sormayacağım, sormayacağız, öyle mi?’
‘Yok daha neler! Ah sizin gibiler. Her şeyi birbirine karıştırmayın canım!’ dedi kasadaki kadın küçük bir zafer kazanmış edayla. ‘Ama aynen öyle. İşinize gelmiyorsa kızarmış yeşil domates ve patlıcan dolmanızı başka yerde yersiniz! Elbette bulabilirseniz.’
‘Onları başka yerde bulamadığım için buraya geldim, hem aramadım bile,’ dedi kadın. ‘Buranın farklı olduğunu düşündüğümden, burayı sevdiğimden, ya sev ya terk et mantığındaki sevmekten bahsetmiyorum, gerçekten seviyordum burayı, anlıyor musunuz emin değilim, bir şeyi gerçekten sevmenin ne demek olduğunu anlayabiliyor musunuz yok yok hiç emin değilim, her şey o kadar sert ve kadercilik kokuyor ki anlayabildiğinizi ya da anlatabildiğimi hiç ama hiç sanmıyorum, burada sadece yemek yemek değil, yemek yerken mutlu olduğum için bulunuyordum. Belki de sadece bu mutluluğu hissetmek için buraya geliyordum. Ama besbelli ki…’
Kasadaki kadın oflayıp puflayarak kendileriyle ilgili çıkan gazete kupürlerinin asıldığı duvara boş boş bakıyordu.
Düz saçlı kadın hesap pusulasını çantasına tıkıştırdı, cüzdanından bir yüzlük çıkardı ve kasaya usulca bıraktı. Derdini anlatabildiğinden hiç emin değildi. Ve tahmin edebileceğiniz o repliği kasadaki kadının mutsuz gözlerine fısıldadı:
‘Üstü kalsın.’
Sevgili editörlerimiz,
Pınar Tarcan ve Özgür Topuz’un yeni yaşlarını kutluyorum.