Vah vah!

Bir anket yapıldı. Bu anketin en çarpıcı sonuçlarından biri, ankete katılanlar arasında yüzde sekseninin hiç tiyatroya gitmemiş olduğuydu. Çoğumuz ‘vah vah’ dedi, biliyorum. Ama ben tam da bu noktada ‘vah vah’çılardan ayrılıyorum. En azından sadece ‘ah’ demeyi tercih ediyorum!

Peki benim cephemde vah’la ah arasında nasıl bir fark var; ifade etmeye çalışayım. 
Bunun için önce size bir şey anlatmam gerekiyor. 
Ceketini çıkar, rahat otur enişte
Çok eski bir zaman. O sıralarda aileye yeni gelen bir damat var. Yüzüne baktım mı pek seveceğin o eniştelerden. Ceketini çıkar, rahat otur enişte diye şakalaşacak cinsten kafa biri. Öğretmen. Daha henüz nişanlı bir enişte. Çocukları seven genç bir adam. Ve hiç de yükümlü olmadığı halde ailenin bütün genç insanlarını bir gün topluyor ve nişanlısıyla birlikte Kafkas Tebeşir Dairesi’ne götürüyor.
Brecht bu. Öyle böyle değil, Brecht.
Ailedeki bütün genç insanlar neye uğradıklarını şaşırıyorlar. O zamana kadar kimi tiyatroyu, komik ezberlerin sınandığı 23 Nisan müsameresi diye biliyor, kimi bilmemeyi tercih ediyor. Şimdi nereden çıktı bu Brecht yahu?
Enişte adayı, ailenin orta yaşlılarını nezaketiyle yanına çekmiş çekmesine ama gençleri bir başka etkiliyor bu Brecht denilen adamın oyunuyla. Tiyatrodan sonra süklüm püklüm sorular soruyor gençler ona. O da tuhaf bir gururla, nişanlısının koluna girerek onlara anlatmaya başlıyor.
‘Brecht bu işin pirlerinden biridir. Tiyatro ise yaşamdır gençler.’
***
Bir eksik varsa bu, bence. İnsanlara tiyatronun ya da sanatın yaşam demek olduğunu hatırlatmak… Kaldı ki hem şehir tiyatroları hem de devlet tiyatroları ne zaman gitsem kapalı gişe oynuyor. Bu da şu anlama gelebilir: İnsanlar fırsatlar yaratıldı mı, fırsatları olunca tiyatroya gidiyorlar.
O halde yeni, çok çok yeni fırsatlar yaratılmalı. Politikaların yaşamın ya da sanatın önüne geçmesine izin verilmemeli. Kimilerinde tavan yapmış olan sinik ve alaycı tavırlara yenilmeyip insana odaklanmalı. İnsanın önemli, vazgeçilmez ve sanatın insanı insan yapan en kıdemli köprü olduğunu keşfettirmeli onlara. Velhasıl hemen herkes, elinden geldiğince, karınca kararınca çiçeği burnunda bir enişte olmayı göze alabilmeli bu toplumda. Buna cesaret edebilmeli. Ceketini çıkarıp elini taşın altına koyabilmeli. Sadece tiyatro için değil üstelik! Yaşam nedir ya da yaşamın katmanları nelerdir sorularını sordurtabilmek için de. Özellikle de gençlere!
Oysa!
Oysa hemen herkes kendi köşesinde kararmış oturmayı tercih ediyor ya da iki tweet atınca ferahlıyor.
Vah vah hali bende bu noktada ah haline dönüşüyor işte. Kanımca bizlerin burada ünlemlere değil bağlaçlara ihtiyacı var. ‘Ve’, ‘ile’, ‘veya’ gibi bağlaçlara.
‘Ama da bir bağlaç’ diyenlere ise sözüm belli. Aması maması yok, korkarım ki böyle.
(Sadece epik tiyatroyu değil, İstanbul Festivali’ni çocuk halimizle hurra ilk onunla keşfettiğimiz Recai Yılmaz’a minnetle.)