Var mı nükleer gibisi!

Kamu reklamlarını izliyorsunuzdur. Özelikle takip ediyorum. Bu diyalogları kimler yazıyor, merak içerisindeyim, ama bu ayrı bir konu elbette. En son nükleer santral reklamında koptum. İki adam konuşuyor, dersin ki bir vatan haini bir vatanseverle konuşuyor… Vatansever kim? Elbette nükleer sevici olan. Ötekisi? Şu çapulcu takımının düşünceleriyle kafası karışmış biri!
 
***
 
Nükleer santrale karşı olmak demek ülkeyi sevmemek demek! En azından hükümet destekli nükleer santral hevesi, bu aksı izleyerek kendi destekçilerine ve diğer insanlara tam da bu ruhla ulaşmayı deniyor. Vatanını seviyorsan nükleer santrali de seversin. Neden? Çünkü diğer ulusları yakalamamız şart. Neden? Onlarda var, bizde yok. Neden? Türkiye enerji konusunda geride kalacak ülke değildir!
 
Dahası nükleer santralin miniminnacık bir risk taşıdığı, eh, o riski de göze almadan hiçbir şey yapılamayacağı ileri sürülüyor. Kocaman bilboardlarda temiz yüzlü ak pak insanların ‘nükleeeri seviyorum’ diye bize sırıtması da bu yüzden olsa gerek. Nükleeri sev Türkiye ve çağı yakala!
 
***
 
‘Beni Akkuyularda Merdivensiz Bıraktın’ (Can Yayınları) kitabını ne zamandır yazmak istiyordum. Filiz Yavuz, Türkiye’nin nükleerle imtihanını son derece net bilgilerle gözler önüne seriyor kitabında. O kadar net ki tam da bu yüzden sümen altı edilebilecek kitaplar listesinde başı çekebilir!
 
Bizi ilk önce Çernobil’e taşıyor Filiz Yavuz. Bunu özellikle paylaşmak isterim. Hatırlarsınız, o dönemde siyasetçiler halka gerçek bilgileri vermek yerine radyasyonun varlığını çay üzerinden aklamaya çalıştı. Dönemin bakanlarından Cahit Aral, kameraların karşısında çay içti ve o çayı içerken, şu bizim meşum kamu reklamlarına konu olacak şekilde ‘dinine imanına inanan radyasyon var demez!’ dedi. Din-iman-radyasyon! Böyle bir üçgenin içinde halkımız yaşamına kaldığı yerden devam etti. Eee, koca Bakan dediyse doğru demişti. Ancak işin ilginç yanı tam da bu açıklamadan 6 ay sonra bilimsel bulgular karşısında farklı bir açıklamaya maruz kaldık. Aynı Bakan ‘Çaydaki radyasyon tehlikesiz’ diyecekti. Ama haklarını yemeyelim. Dönemin Başbakanı Turgut Özal ‘Radyoaktif çay daha lezzetlidir’ derken Cumhurbaşkanı Kenan Evren de ‘Azıcık radyasyon kemiklere yararlıdır’ diyerek radyasyonlu çayla memleketimizin kurduğu güçlü bağı gözler önüne serecekti.
 
Oysa raporlar, devlet dilinden konuşmuyordu! Sonradan, bunlardan en önemlisi, devlet yetkilileri tarafından ‘sübjektif, gayriciddi 3 doçentin vehimlerini dile getiren sıradan bir rapor ‘diye lanse edilse ve yok sayılmaya çalışılsa da gerçek ortadaydı… Çernobil’deki patlamadan sonra radyasyonlu bulutların Doğu Karadeniz’e yağmurla birlikte indirdiği radyasyon çay mevsimine denk gelmiş, çaylar toplanmış ve piyasaya sürülmüştü. O çayları toplayanlar, o çayları işleyenler ve içenler. O dönemde hemen hepimiz din-iman-radyasyon üçgenine kapılıp gittik… Dahası kazadan sonra toplatılan 8 ton çay imha edilmedi, bir sonraki senenin ürünleriyle harmanlandı ve piyasaya sürüldü.
 
Fındıkların serüveniyse çok daha ayrıydı! Yetkililer fındıkları imha etmedi, o fındıklar paket paket ilkokullara ve kışlalara dağıtıldı.
 
Ya kanser? Yani şu küçücük risk! 1982-1992 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yaptığı araştırmalara göre kan kanseri oranında yüzde 286, kemik iliği kanseri oranında yüzde 250 ve çocukluk çağı kanserlerinde yüzde 250 oranında artış görüldü. Hopa’da Türk Tabipler Birliği tarafından Çernobil sonuçlarına dayalı çalışmanın sonuçları dehşet saçıyordu. 2003-2006 yılları arasındaki ölümlerin yüzde 47.9’u kanser nedeniyleydi. Yıllar geçti ve kanser vakalarında bölgede azalma yok!
 
Bunun resmi bilgilerine ulaşma olanağımıza gelince… Tam olarak mümkün değil çünkü o dönemde yapılması umulan araştırmalar zamanında yapılmamış! Yapılsa da gecikmiş, gecikince de sonuç, nükleer hevesli hükümet yetkililerinin istediği tarzda olmuş: ‘Kanser ve lösemi vakalarında artış yoktur!’
 
Oysa dünya çapındaki bilimsel istatistikler, kanser vakalarındaki artışı Çernobil etkisiyle bağlantılandırıyor. Bizim elimizdeyse malum sonuç var: Din-iman-radyasyon… Sağlık Bakanlığı’nın elindeki ‘resmi bilimsel’ belgeler, sanki Çernobil’in hiç yaşanmadığı yönündeki belgeler!
 
Ha unutmadan! Çernobil’de meydana gelen kaza, hiç akla gelmedik nedenlerden ötürü meydana gelmiş bir kazaydı. Genel olarak nükleer santral kazalarına baktığınızda, o miniminnacık kaza riski oluyor sana ciddi bir risk! Ve sonuç: bütün bölgenin, ülkenin hatta dünyanın radyasyona maruz kalması.
 
(Çernobil kesmez, yarın Fukuşima)