Yananlar

Basın ve ifade özgürlüğü demokrasinin en temel kavramları arasında yer almakta olup, bu ilkeleri esas alarak çalışmalarımızı yürütmekteyiz vs. vs. vs. (Anonim)

***

Geride bıraktığımız İstanbul Film Festivali, unutulmaz filmleriyle zihnimize kazındı. Bunlardan biri de İranlı yönetmen Muhammed Resulof‘un son filmi El Yazmaları Yanmaz’dı. 1980’li ve 90’lı yıllarda muhalif gazeteci ve yazarlara yönelik sindirme, psikolojik savaş ve baskı politikaları, 125 dakikalık bu filmin temel konusuydu ve senaryo tamamen gerçek bir olaydan esinlenmişti. Bir otobüs dolusu muhalif yazara yönelik bir suikast girişimiydi bu. Resulof’un başarısı ise bu gerçek suikast girişimini, neredeyse Hüsrev adlı suikastçının gözünden anlatması ve biz seyircilere ilk etapta Hüsrev’i ve arkadaşı Murtaza’yı günlük hayat mücadelesinde kendi hallerinde iki insan olarak göstermesiydi.

Sözcüklerin anlamı

Film ilerledikçe iki gariban konumundaki polis memurları Hüsrev ve Murtaza’nın acımasız birer işkenceci ve katil olduklarına tanıklık ediyorduk; dahası, nasıl sistemin birer parçası olduklarına ve sisteme nasıl eklemlendiklerine. Onlara içerlesek de aslında en çok bozguna uğradığımız nokta, Hüsrev ve Murtaza gibilere emirler yağdıran kıl bir zattı. Bu zat, zamanında muhalif konumundaki yazarların kankası bir entelektüelken değişen rüzgârlarla yönünü değiştirmiş ve bu sayede önü süratle açılmış birisiydi. Sansürcübaşı, baş yalaka olmuş ve kaçınılmaz olarak iktidarın en gözde insanlarından biri hâline dönüşmüştü. En büyük görevlerinden biriyse söz konusu suikasta tanıklık eden yazarlara gözdağı vermekti. Sistemin kendini feci hâlde ele verdiği şu gerçekleşememiş cinayetin izlerini tek tek silmek namus, onur ve şeref borcuydu. Zira o gerçek bir vatanseverdi. (Artık namus, onur, şeref ve vatanseverlikten ne anlıyorsa; zira böylesi derin çatlaklarda en çabuk sözcüklerin hakiki anlamı ölüyor.)

Tek tek silmek, söz konusu yazarları tek tek öldürmek anlamına geliyordu. Özellikle de bu konuda yazılmış el yazmalarını ele geçirmek istiyordu Bay Şerefli Yalaka. Çünkü biliyordu ki Bay Sansürcübaşı, gerçeğin hükmü ağırdır. Bunun için de tek deva gerçeğin yok edilmesiydi. Öylesine vatanseverdi ki Bay Namus, gözünü kırpmadan tek tek gerekenin yapılmasını sağladı. İnanmayacağı sözlere inandı. Kimsenin inanmayacağı sözleri inanılası kıldı. Öylesine güçlüydü ki Bay Onurlu İktidar’ın başvurduğu psikolojik şiddet, gerçek sahiden de buharlaştı, yok oldu. Yerine kala kala insanlıktan çıkmış Hüsrev ve Murtaza kaldı. Neredeyse, yedikleri yaşam kazıkları yüzünden empati duyabileceğimiz Hüsrev ve Murtaza.

Bir de Hüsrev’in öldürdüğü yazarın oturma odasında açtığı televizyonun sesi; o sesle birlikte büyüyen İran milli futbol takımının o gün oynayacağı maçta milyonlarca İranlının tek yürek olmuş hâlleri.