Yaralı ruhlu kızlar…

Aşağıdaki mektubu, Cumartesi günü Vatan’da yayımlanan “Rumuz Fatmagül” başlıklı röportajın ardından aldım. Bu önemli iletinin bir bölümünü ‘Türkiye’de kadın sorunu yoktur, herkes eşittir, ne olursa olsun aile her koşulda kutsaldır’ diyenlere ithaf ediyorum. Bu metni okumadan önce, sadece 8 yaşındaki bir gününüzü, bir anınızı, bir fotoğrafınızı hatırlamanızı rica edeceğim. 8 yaşındaki bir çocuk dünyayı nasıl algılar, dünyadan ne bekler?

“8 yaşımdan 17 yaşıma kadar tecavüzü, tacizi yaşadım; o insanla aynı evi paylaşmak zorunda kaldım. O evden kaç kez kaçtım her defasında geri getirildim, korkudan hiç kimseye bir şey söylemedim. Ama hiç kimse de bu zenginliğin içinden bu kız neden kaçıyor demedi, sormadı. Ben sadece susuyordum, korku ruhuma işledi. Oysa ben çocuktum. çocukluk anılarını anlatanların yanında ben çocukluğumla ilgili bir şey anlatamıyorum, benim çocukluğum 8 yaşında bitti… Bu yaşa geldim hâlâ gece yarıları çocuklar gibi ağlayarak uyanıyorum.”

 

***

İster kabul edelim, ister etmeyelim bugün Türkiye’de hâlâ kadın sorunu var. Ne yazık ki cinsler arasındaki eşitsizlik eğitimde fırsat eşitliğinin yakalanma umuduyla da tümüyle bertaraf edilebilir halde değil. Yani sorun kız çocuklarını okula göndermekle de bitmiyor. Sorun erkek egemen toplum fikrinin her açıdan bertaraf edilemeyişinde odaklanıyor.

Bu kız çocuklarını neye hazırlıyoruz? Yani gündelik hayatta, iş ortamında, sokakta, otobüste, hatta evin içinde eşitliğe erişebilecekleri, birey olabilecekleri bir eğitim verebiliyor muyuz onlara? Yoksa amaç ellerine birer diploma tutuşturmak mı?

Bu diplomayı alırken çocuklara sunulan eğitimin içeriğine bakmak şart. Son derece tutucu, cins ayrımcılığını vurgulayan, anneyi mutfakta bir şefkat abidesi gibi gösteren, örf, adet ve geleneklerle kalkıp onlarla oturan bir eğtim sistemi! Kız çocuklarını esas alarak yazılmış, çok satan ve okullarda okunması için Milli Eğitim’in onay verdiği kitaplara baktığımız zaman zaten dudaklarınız uçukluyor. Her şey onların pembe hayallerle allanıp pullanıp iyi bir koca bulmasına odaklanmış. Aldıkları eğitimi prezantabl bir eş olmaktan öte kullanmayan sayısız arkadaşım var. Buna karşın çok mutsuzlar. Kendilerinin kandırıldıklarını düşünüyorlar. Oysa ilk etapta kandırdıkları bizzat kendileri değil mi? Dolayısıyla insanların kendileriyle ve toplum düzeniyle yüzleşmesine izin vermeyen bir eğitim ne işe yarar, ne için sunulur insanlara diye sormak elzem.

 

***

öte yandan tecavüz bu toplumdaki erkek egemen söylemi ele vermesi bakımından hâlâ çok önemli bir yer tutuyor. Net ve direkt: Toplumun en önemli yarlarından biri. Toplumun kadın-erkek eşitsizliğini yalın gözle görmemizi sağlayacak feci bir gerçek. Türkiye’de tecavüz mağduru kadın sayısı inanılmayacak derecede çok. Bu olgu kadınlar için büyük bir travma. Ve ne iki yüzlü bir sistemdir ki bu yaşadığımız, gerçek anlamda mağdur olan kadınlardan sadece ve sadece susmaları bekleniyor. Buna tacizleri de katmak durumundayız. İş yerlerinde özellikle patronlarının tacizlerine uğrayan sayısız kadın var. İşlerini kaybetmemek adına onlar da susuyor.

Beklediğimiz, umduğumuz sessiz, çıt çıkarmayan, habire unutan bir Türkiye midir? Eğitimden bu mu kastediliyor? Geçtiğimiz baharda aralarında kamu görevlilerinin de olduğu Siirt’te yaşanan feci tecavüz vakasını unutan bir Türkiye’nin cinslerarası eşitlikte önündeki yol hâlâ çok uzun.

Daha iki gün önce bir okulda akli dengesi yerinde olmayan bir kız çocuğuna yönelik neyi temsil ediyor? Bunların okul çevresinde meydana gelmesi de “hangi eğitim?” sorusunu yeniden ve yeniden sormamızı gerektirmiyor mu? Bu okulların öğretmenleri, müdürleri nasıl eğitimcidir? Nasıl hâlâ ayrı işlerde çalışmalarına göz yumulabiliyor?