Yaşam Bir Sahnedir!

Gezi Parkı direnişi yaşamlarımızı etkilemeye devam ediyor. Kim ne derse desin onu ve etkilerini uzun yıllar tartışmaya devam edeceğiz. Bugün size Gezerken adlı bir oyundan bahsedeceğim. Dört oyun yazarının dört ayrı oyunla kotardığı bir buluşma bu. Özen Yula, Yiğit Sertdemir, Cem Uslu ve Mirza Metin’in yazdığı bu oyunlar parklarda sahnelendi ve insanlarla buluştu. Boşluk’u Doldurmak adlı oyunun yazarı, kıymetli arkadaşım Özen Yula beni kırmayıp sorularımı yanıtladı:

‘Gezerken’ nasıl yazıldı?

Yula: Gezi olayları sürecinde heyecanlı ve çok dinamik bir dönem yaşandığını görüyorduk sanırım. Bu dönemin de bir biçimde sahne üzerine gelmesi gerekiyordu. Ama her şey çok tazeydi. Bu sırada twitter’da renklisahne diye sahnelerden haberler veren bir arkadaş ‘Neden bu dönemin oyunu yazılmıyor?’ gibisinden bir soru sordu. Biz dört yazar da birbirimizle yazışırken aynı soruyu sorduk. Ve Kumbaracı50’de bir araya gelip bir gece içinde karşılıklı sohbet arasında oyunlarımızı yazdık. Dört yazar dört oyuncu seçsin ve dört bakış açısından anlatsın diye bir konsept kuruldu. Biri olaylarla alakası olmayan bir gencin Gezi sürecinde yaşadıkları, biri bir sokak köpeğinin yaşadıkları, biri eski 1 Mayıs’ta donup kalmış bir ruhun, sonuncusu da bir TOMA’nın yaşadıkları ve hisleri.

Sen üçüncü oyunu yazdın: ‘Boşluk’u Doldurmak’. Neyi anlatıyorsun orada?

Yula: Boşluğu Doldurmak’taki oyun kişisi 1 Mayıs 1977’de Zeytinburnu’ndan dolmuşla Taksim’e gelmiş, o günü en sert biçimde yaşamış ve acısını dondurmuş bir biçimde halen Taksim’in ara sokaklarında geziniyor. O zamanlar kaybettiği aşkı Aysel’i arıyor hâlâ. O dönemde takılı kaldığı kendi yaşsızlığında ve gençliğinde bugünün gençlerini değerlendiriyor. O gün olanlar çok can yaktı. Bugün olanlar da öyle. Ama can yakanlar aynı, canı yananlar aynı, ne garip değil mi!

Bu ülkenin ‘devlet’ anlayışı ve algısının gençleriyle alıp veremediği nedir sence? Bu makus kader hiç değişmeyecek mi?

Yula: Dünyada halen var olan devlet anlayışı yerleşik olma ve var olan yapıyı her ne pahasına olursa olsun devam ettirme üzerine kurulu. Gençlik ise her ne pahasına olursa olsun özgürlük isteme çağıdır. Özgürlüğün karşısında gördüğü yapıya başkaldırma özelliği gençliğin cevherinde vardır. Boyun eğme, biat etme yaşlılık çağlarına vergidir. Zira ‘Gayri Resmi Hürrem’de söylediğim gibi zamanla insanın kaybedecekleri çoğaldıkça başkaldırıları azalır. Yapacak bir şey yok. Bu sebepten biri ben varım diyecek, diğeri ben var olmalıyım. Beraberce en düzgün biçimde nasıl var olunur, bugünün koşullarında buna bakmak gerek belki de.

Gezi Parkı’nın sanata nasıl yansıyacağını düşünüyorsun?

Yula: Gezi sayesinde insanlar herkesin sanat yapabileceğini gördüler. Uzun zamandır reddedilen ve yerini kurnazlığa bırakmış olan zekânın halen önemli ve saygın olduğunu anladılar. Enstalasyonlardan graffitiye, müzikten sinemaya her alanda insanlar kendilerini daha yeni bir dille ve mizahi unsurları da ağır basarak ifade ettiler. Son yıllarda sanat bienallerinde fazlaca yaygınlaştırıldığı üzere altı boş felsefi zorlamalarla yüklü, kelime oyunlarıyla zorunlu paralellikler kurulmaya çalışılan yapılar yerine, temelini gerçek hayattan ve onun sadeliğinden alan yapılar kurulmaya başlandı. İleride ortalık daha da durulunca yapılanlar ve bunları yapanlar daha da farklı estetik arayışlarla anlatılacak muhakkak. Yeni kuşak sesini bu sanatla daha net ve dolaysız duyuracak sanırım. Ya da dilerim! Bu iyi.

***

Sevgili okurlar yazılarıma kısa bir ara veriyorum. Eylül başında görüşmek üzere!