29/01/2017
Dünyanın seyrettiği bu zaman diliminde insanlığı zor günler bekliyor. Sıradanlığın pekiştirildiği, sıradanlık üzerine kurulu retorik masalların retorik cümleleri, bir müddet daha, en azından önümüzdeki bir-iki kuşağa çetin günler yaşatacak. Görünen o ki, sıradanlık kazanıyor, kazanacak. En azından bir süre daha… Geçmişte, totaliter rejimleri bol kepçe besleyen bu damar, dünyayı bir kez daha yörüngesine almış bulunuyor.
Katlanmak zorunda mıyız? Sanmıyorum.
Ancak en azından sabretmemiz, sabrederken de serinkanlılığımızı yitirmememiz gereken bir süreç bu. Bu yüzden yakın gelecekte bizleri bekleyen zorlu günlere dair biraz düşünmek istedim.
Doğanın katline hayır
Bu noktada dikkati esirgememiz gereken sayısız konu var. Bunlardan biri, hiç kuşku yok ki, yeryüzünün katledilmesi. Ana odaklarımızdan biri, doğanın, geri gelmez biçimde tüketildiği ve bu tüketileni, insanlığın bir daha hiçbir şekilde geri alamayacağı gerçeği olmalı. Birbirimizi şu ya da bu şekilde affetsek dahi, doğanın insanlığı affetmeyeceği esası ile yüzleşmemiz gerekiyor. Bugün, kimilerimizce hayır dediğimiz şeylerin en tepesinde bunun başı çekmesini çok kıymetli buluyorum. Kısaca topyekun doğaya saygılı bir siyaseti…
İnsanın çoğulluğu
Dahası insan çoğulluğunu hatırlayabilen bir siyasetin yaralarımızı sağaltmak kadar, insanlığa katkı sağlayabilecek bir eşiği aralayabileceğini düşünenlerdenim. Yeri geldi hatırlayalım: ‘İnsan değil, insanlar yeryüzünde yaşar ve dünyada ikamet ederler.’ İnsanın çoğulluğunu, insandaki yetilerin bir araya gelerek oluşturabileceği bolluğu hatırlayan bir siyaset, bununla eklemlenebilecek bir yaşam diskuru, ummak istediğimiz dönüşümleri hayata geçirmeye elverişlidir. Yoksa eleştirip durduğumuz ‘tekli’ siyasetin ve o tekli siyasetin ‘el verdiği’ yanlı insan modelinin diğer ucuna düşer, yeni açmazların benzerlerini üretmeye devam ederiz. Unutmamak önemlidir: Gerçeği, ancak ve ancak farklı bakış açılarıyla yeryüzünü paylaşmaya cesaret edenler (cesareti de burada ölçüsüz bir ayak direme olarak görmediğimi ifade etmek durumundayım) keşfedebilir. Yani kişisel tarihlerinden ve acılarından, bir müddet sonra sıyrılabilenler; sağduyunun, insanın ‘çoğul’ deneyiminde pekişebileceğini görebilenler… ‘Ben haklıyım sen haksızsın’ ya da ‘ben acı çektim sen az acı çektin’ cümlelerinde oyalananlar değil, gerçekten hakkın peşine düşenler ve samimiyetle dünya üzerindeki acının bertaraf edilmesine katkı sağlayabilenler… Kısacası, kendi deneyimine sıkışıp kaldığında, bir milim yol katedemeyen ne varsa ona hayır diyebilmek…
Aksi taktirde hantallık, bu hantallıktan beslenen beceriksizlik ve bu beceriksizliği kapamaya programlı göz boyama pratiklerinin kurbanları olmaya devam edeceğiz. Hayırsa, şimdilik bunlara hayır işte. Daha var da, ‘şimdilik’ diyelim…