Yorgun Ortadoğulu Kadının Distopyası

‘Kâinatın hikâyesini yakında bir bütün olarak öğrenebilir, esrarını koruyan karadelikleri ve nötron yıldızlarını daha iyi anlayabiliriz.’

ABD Penn Üniversitesi’nden karadeliklere dair yapılan en yeni açıklama.
***
Ana kız bir çöp yığınının üzerinde bekliyor. Dev yığına açtıkları çentiklerle uzayı harmanlarcasına karınlarını doyuracak nesnelerle buluşmayı hayal ediyorlar.
Solucan delikleri denilen bir sapmaya o sırada düşüyor kız. Naylon torba, teneke ve kağıt toplama acemisi olduğundan başta anlamıyor. Düş babam düş. Bir an amcasının oğlu gibi çöp yığınları altında kaldığını ve sonunun onun gibi olacağını düşünüyor.
Ancak hiç ummadığı bir şey o zaman oluyor. Geleceğe, helezonlaşan bir akışla geçiveriyor.
Sonra ne mi görüyor dersiniz?
Yine aynı çöp yığınının tepesinde, yine çöp arıyor; büyümüş, yaşlanmış. Yanında bulunan yaşlıdan da yaşlı o bilmiş adama sorular sormaktan geri kalmıyor.
‘Zor bir yüzyıldan geliyorsun’ diyor adam.
‘Ya şimdi?’ diye soruyor kadın, geldiği deliğe bakmaya çalışarak.
‘Artık sayıların, zamanın ve mekanın öneminin olmadığı bir yüzyıldayız’ diyor yaşlı adam.
‘Yani?’
‘Yani ölümsüzlüğü bulduk’ diyor.
‘Peki sen ve ben; neden bu kadar yaşlıyız?’ diye soruyor kadın.
‘Bu özel bir konu’ diyor yaşlı adam. ‘Benimkisi kişisel bir seçim. Seninkisi ise…’
‘Bu özel konuyu anlat bana’ diyor kadın, oturduğu çöp yığınını eliyle karıştırarak; bir yandan da etrafındaki çöp çölüne bakarak. ‘Neden hâlâ buradayım, örneğin?’
‘Bunu nasıl anlatacağımı tam olarak bilmiyorum’ diyor yaşlı adam. ‘Ne yazık ki yoksulluğa karşı bir çare bulamadık…’
‘Nasıl yani?’ diye soruyor kadın.
‘Yoksulluk eskiyecek bir şey değil’ diyor yaşlı adam. ‘Sadece yoksulluk değil, üçüncü dünyalılık da öyle. Olmuyor… Dünyanın asıl dengesi bunun üzerine kuruluymuş. Bunu anlamak için bir yüzyıl devirdik. Thomas More’u, Ütopya’yı, her satırını gözden geçirdik ama bir yolunu bulamadık… Derken kainatın esrarını çözerken pek de önemli gözükmedi bu nokta. Nasıl olsa…’
‘Nasıl olsa alışkınız…’ Sonrasında bütn şimdiki zamanlar dili geçmiş zamana döndü. 
‘Tam da bu’ dedi yaşlı adam, biraz utanarak. ‘Ve bu arada müjdeler olsun ki kainatın sırrını çözdük, karadeliklerin gizemini anladık. Yeşili, doğayı, yaşamı ve sonsuzluğu kutsadık. Mültecileri kendi topraklarına geri gönderdik, tamam. Ama bunu yapmak zorundaydık…’
‘Ne diyorsun sen!’ diye bağırdı kadın. ‘Dalga mı geçiyorsun benimle!’
‘Ah siz’ diye iç geçirdi yaşlı adam. ‘Bu duygusal tepkileriniz yok mu! Ah! Sizler için ne kadar üzülüyorum bir bilseniz…’
‘Yaaa’ diye kafası attı kadının.
‘O yüzden buradayım zaten’ dedi yaşlı adam durumu düzeltmeye çalışırcasına. ‘Bir tür misyonerlik benimkisi… Son görevim. Sonra ölümü seçeceğim. Yaşam kredinizi yükseltmek ve sizi birliğimize katabilmek için buradayım… Demokrasi taleplerini yerine getirebilmeniz, evrensel kriterleri adım adım hayata geçirebilmeniz adına. Ama bakıyorum da yok. Umut yok. Bakıyorum da aynı yerde… Ne yazık ki!’
‘Demek böyle düşünüyorsun!’ dedi kadın. Siniri geçmişti ve çaresizce başını eğdi. Demek bütün yüzyıllarını böyle, bütün gezegenin çöpleri arasında kendine ait olmayan kokuların kendine özgü uzak hikayeleriyle geçirecekti. Başka hikayelerin çöp toplayıcısı olacaktı kadın… Başka hikayelerin arka penceresi. Onların çöpü. Beyaz giysiler içerisindeki ak sakallı nur yüzlü ukala adama bir çöp serabıymışçasına öylece bakakaldı.