Zaman tüneli

‘Düşünce hayata eşlik edebildiği zaman…’ diye mırıldanarak gittim bu seneki Talaş Günü’ne. Talaş, eski adıyla Kadıköy Maarif ve Kadıköy Anadolu Lisesi mezunlarına yönelik bir buluşma. Bu buluşmaya eşlik edenlerin başında talaş böreği, ayran ve gönüllü kabullendiğiniz bir zaman tüneli faslı var. Zaman tünelinin en temel örgüsünü ise çocukluk anılarınıza bodoslama bir dalış oluşturuyor. Artık  karşınıza kim çıkarsa… Öğrenciler, öğretmenler, yöneticiler, hizmetliler, kapı görevlileri, yemekhane sorumluları, kütüphane memurları, muhasebeciler, duvarlar, koridorlar, sınıflar, sütunlar…
 
O kesitten bugünlere varışınız farklı bir serüven olabilir. Varsın olsun. Zaten bu tür buluşmalarda işin esası bu değil. Şimdilerde nerede durduğunuzun pek de bir öneminin olmadığı ortada. Belki şunu ‘yeniden’ fark edebilmeniz için önemli bizim Talaş gibi etkinlikler: Hayat bir süreçtir. Başladığınız, evrildiğiniz, savrulduğunuz, değiştiğiniz, dönüştüğünüz bir süreç. Tam da burada insanın kim olduğu sorusunun devreye girmesi mümkündür. Üstelik son derece yalın bir şekilde. Ve çocuklukla sırlanmış o geçmişte, bulduğunuz hazine niteliğindeki husus şudur tahminimce: Hepimiz buradan başladık. 
 
Peki bu nedir? Hemen hepimizin üç aşağı beş yukarı, birbirine yakın şartlarla eşit olması prensibi. Bunun göreceli de olsa bir adaletle pekiştirilme hususu. Nereden gelmiş olursak olalım… Sanırım bu eşitlikte doğru ve yanlışların paylaşılabilir olması da işi anlamlandıran bir diğer husustu.
 
Ancak şu da var: Bulunduğumuz mekânın, gelenek dediğimiz ve hiç de yabana atılmayacak bir kaideden bizleri beslediği de doğruydu. Bu geleneğin temelinde ise, müfredattan ezber yaşam öngörüsüne uzanan onca karambole rağmen, düşüncenin kendine çizebildiği yolun miniminnacık olasılığını bizlere sunabilmesi yatıyordu. Kısaca söylemek gerekirse düşüncenin hayata eşlik edebilirliğiydi bu. Kimimiz bunu özümsedi, kimimiz daha az özümsedi. Ama önemli olan, iyi kötü, bunun bir seçenek olarak bize sunulmasıydı. Bunun adı, yinelemek gerekirse, ‘her şeye rağmen düşünebilirsiniz çünkü yaşamın özü buradadır’ seçeneğiydi.
 
Düşüncenin olmadığı yaşam elbette mümkündü. Sonradan buna gani gani tanıklık ettik. Hâlâ da ediyoruz. Ancak şuna da: Düşünce yoksa yaşam hep güdüktür. Düşünce varmış gibi yapılsa da, düşünce yoksa yoktur. (Türkiye’nin şu aralar önünde oyalanmakta olduğu ezberlerle çevrili mânia, kısacası!)
 
Düşünmek, yıllar önce aynı (ya da benzer) sıralarda dirsek çürüttüğünüz, benzer dakikaları kovalayarak okul kırdığınız, birbirine yakın sayılabilecek sorularla yaşama küstüğünüz, sonrasında önünüze yığılan engelleri gırgır, gözyaşı, hüzün ve şamatayla aştığınız o tünelin içinden en çok bunları hatırlatarak seslenir bugününüze. Ve yakanızı bırakmaz. İsteseniz bile. Ee, bundan daha güzel bir şimdiki zaman olur mu!
 
Bütün o geçmişe, minnetle.