Zidane’ın kafasının felsefi anlamı

Mathias Roux tarafından yazılan Sokrates Yeşil Sahalarda adlı kitap felsefeye sportif bir giriş olma iddiasında. Kitabın başlangıç bölümünde ‘lise’nin 2 tanımı var:

1-Antik dönemde ahlaki ve felsefi konuların konuşulduğu okul

2-Modern zamanlarda futbol muhabbeti yapılan okul!

Antik dönemden bu yana insanlık olarak epey kan kaybettiğimiz ortada! Ülkemize gelecek olursak… Reyhanlı’da yaşananların hemen arkasından gelen tuhaf derbi maçı ve bu maçtan ulusça çıkartacağımız dersler ‘lise ruhunun’ ne olduğunu yeniden hatırlamamıza yardımcı olabilse keşke! Olabilse de bizler oyunun ne demek olduğunu yeniden keşfedebilsek. Hayır hayır, futboldan kopmaktan bahsetmiyorum. Futbol muhabbeti yaparken işin ahlaki ve elbette felsefi yanını da görebilsek diyorum sadece. Oyunun hakiki felsefesini atladığımız için savaşı da bir oyun gibi gören taktik hatalarımıza bir son verebilsek… Oyunu kendi felsefesi için oynasak, böylece oyunun kendine özgü bir dili olduğunu ve bu dilin savaş dili olmadığını, bunun getirebileceği açılımları fark edebilsek!

Fark edemediğimiz için mi oyunu bir savaş, savaşı da bir oyun olarak görüyoruz dersiniz? En azından Reyhanlı’da yaşananlar bu işin gerçek aktörlerinin savaşı bir oyun olarak gördüklerini son derece açık bir biçimde gösteriyor. Öte yandan derbi esnasında sahaya yansıyan görüntüler ve sonrasında gencecik bir cana mal olan nedir sorusu da kafamızı kurcalamalı.

Felsefenin temel soruları

Tekrar kitaba dönelim. Kendisi de bir zamanlar felsefe öğrencisi olan Mathias Roux, 18. Dünya Futbol Kupası’nda Fransa ile İtalya arasındaki final maçına götürüyor bizleri. Maçın değişik anlarındaki pozisyonlara göre felsefenin temel sorularını bizlere soruyor ve tartışıyor. Bunların başında gelenler ise doğruluk ve hakikatin ne olduğu, bilinç ve özne ilişkisi, öteki, adalet, hak ve hukuk kavramlarının neler olabileceği…

Bu arada da Kant’tan Bachelard’a, Spinoza’dan Platon’a, Hegel’den Marx’a kadar zamanın içine yayılmış birçok düşünüre ve onların tartıştıkları hususlara göndermelerde bulunuyor. Ya kahramanlar? Olayın kahramanları da final maçında oynayan futbolcular elbette!

Hatırlayanlar hatırlar. O maçta Zidane, rakibi Materazzi’ye kafa attığı için oyundan atılmıştı. Roux, 107. dakikada gerçekleşen bu olayı iki ayrı bölümde incelemiş. “Kafa Darbesi“ diye adlandırdığı bölümlerde bu darbeyi çok çeşitli yönlerden ele alıp ilginç sorular sormaya devam ediyor: Bunlardan biri, iyi ve kötü kavramlarının yalnızca bir uzlaşmanın ürünü olup olmadığı. Bir diğeri ise insanın her koşulda ilkelerine sadık kalıp kalamayacağı…

Öte yandan taraftarlığı, yani tribünlerin maçını ise çeşitlilik içinde bir birlik ya da aynı anda bir ve çok olabilme sanatı olarak tanımlayan Roux, oyunun ‘esası’ düşünüldüğünde seyircilerin ilkelleşen bir insan yığınına benzetilemeyeceğini, yaşamın mükemmel bir laboratuvarı niteliğine sahip olabileceğini de belirtiyor. Ona göre, bu açıdan bakıldığında tribünler ‘yadsınamaz bir toplumsal boyuta’ da sahip.

Ancak işin rengi bu kadar net ortaya dökülemiyor. “Çok iyi biliyoruz ki taraftarlar bugün taptıkları şeyin köküne bir hafta sonra kibrit suyu dökeceklerdir; gazeteciler birkaç gün önce göklere çıkardıkları futbolcuları yerin dibine sokacaklardır” diyor Roux. Ve sormaya devam ediyor:

“O hâlde neyin peşindeler?”

Ona göre bunu bilemediğimiz, bu sorunun derinine bakamadığımız müddetçe statlar birer sirke dönüşüp anlamsızlık girdabına çekilmeye mahkûm!

Peki ya dışarıdaki yaşamlarımız?

Galiba onlar da.